📣 Hey sevgili okurlarım! Sizlere yepyeni bir hikaye ile geliyorum! 🌟 Bu sefer asker kurgusu yazdım ve Enemies to Lovers (Düşmandan Aşka) temasıyla sizleri etkileyici bir serüvene davet ediyorum! 🪖🔥 İlk başta birbirinden nefret eden iki karakter, zamanla aralarındaki o gerilimli bağın nasıl derin bir aşka dönüşeceğini göreceksiniz. 😏💥 Umuyorum ki kalbiniz benim kadar hızlı atacak! ❤️🔥 Hazır mısınız? 🚀 #YeniHikaye #EnemiesToLovers #AskerKurgu
*
Sabahın erken saatleriydi. Sınıfın penceresinden bakarken, sınırın hemen ötesindeki o sessiz ama her an patlamaya hazır olan tehlikeyi hissedebiliyordum. Öğretmenlik yapmak, özellikle bu kadar riskli bir bölgede, hiç de kolay değildi. Ancak bu çocuklar için buradaydım. Onların geleceği, benim elimdeydi. Ders işlemek, onlara dünyayı öğretmek ve umut aşılamak, işte benim görevimdi.
Bugün, Atatürk'ün Çocukluk Yılları hakkında bir ders veriyordum. Sınıfın gözleri üzerimdeydi, hepsi de dikkatle dinliyor, ellerindeki kalemlerle not alıyorlardı. Gözlerimde onların masumiyeti, ruhlarında ise öğrenme arzusunu görebiliyordum. Onlara tarihi, sadece bir bilgi yığını olarak değil, dersler çıkaracakları birer hayat hikayesi olarak anlatıyordum.
Tam o anda, dışarıdan gelen bir patlama sesi sınıfı titretir gibi oldu. Gözlerim irileşti, kalbim hızla atmaya başladı. Sınıftaki çocuklar korkuyla birbirlerine baktılar.
"Çocuklar, sakin olun," dedim. Ama aslında bu sözleri kendim için söylüyordum. Onları korumalıydım. Ama nasıl?
Patlamanın ardından silah sesleri gelmeye başladı. Sınıfın pencerelerinden dışarıya baktığımda, bir grup silahlı adamın hızla okula doğru yaklaştığını gördüm. Düşman askerleri! Nefesim kesildi, zihnim boşaldı. Onlar gelmişti. Savaş, kapımıza dayanmıştı.
Hızla sınıfın kapısını kilitledim ve çocukları sınıfın arka tarafına yönlendirdim. Kalbim güm güm atıyordu. Bedenim titriyordu ama bir yandan da cesur olmak zorundaydım.
"Arka tarafa geçin ve yere yatın! Ne olursa olsun, ses çıkarmayın!" diye fısıldadım. Çocuklar, korku dolu gözlerle bana baktılar ama dediklerimi yaptılar.
Ama her şey o kadar hızlı gelişti ki... Kapı bir anda yerinden söküldü. İçeri giren askerler, yüzlerinde acımasız bir ifadeyle etrafa bakıyorlardı. Gözleri kan bürümüş gibiydi.
"Bunlar çocuk!" diye bağırdım, ama dinlemediler. Kurşunlar havada uçuştu, çığlıklar kulaklarımı deldi. Gözlerimin önünde çocuklar bir bir yere yığıldı. İçimdeki tüm korku ve çaresizlik, gözyaşlarım olarak akmaya başladı.
O an, bir asker beni yakaladı. Direnmek istedim ama güçsüzdüm. Beni dışarı sürüklerken çocukların cansız bedenlerine bakmamaya çalışıyordum ama gözlerim onlara kilitlenmişti. Bu manzara hafızama kazınmıştı. Onları koruyamamıştım.
Dışarı çıkarıldığımda, karşımda düşmanların komutanını gördüm. Soğuk, gri gözleri, bir avcı gibi üzerime dikildi. Onun kim olduğunu o an bilmiyordum, ama o an kaderimin değiştiği andı. Bu kişi, ileride hayatımı alt üst edecek, belki de değiştirecek biriydi.
Artık esirdim. Ama içimde bir ateş yanıyordu; bu savaşı bitirmeliydim. Çocuklar için, onların anısını yaşatmak için... Korku ve nefret, damarlarımda bir intikam ateşine dönüşüyordu.
Gözlerimi açtığımda sert bir zeminde yatıyordum. Başım dönüyordu ve boğazım kurumuştu. Birkaç saniye boyunca nerede olduğumu hatırlayamadım, ama sonra gerçek beni yeniden vurdu. Sınıfta olanlar, çocuklar... İçimde tarifsiz bir acı kabardı. Ama bu acıyı bastırmak zorundaydım. Hayatta kalmam gerekiyordu.
Etrafıma bakındım. Küçük bir hücredeydim. Nemli duvarlar, dar bir pencere... Yüzümdeki toprak ve gözümdeki yaşlarla kim olduğumu bile unutmuştum. Tek düşünebildiğim, sınıfta kaybettiğim o çocuklardı. Hepsi benim sorumluluğumdaydı. Ama onları koruyamamıştım. İçimde bu suçluluk duygusu büyüyordu.
Ayağa kalkıp titrek adımlarla kapıya yaklaştım. Kilitliydi. İki asker dışarıda nöbet tutuyordu. Kaçış yoktu. Şu anda hiçbir şey yapamıyordum. Sadece beklemek... ve plan yapmak.
Saatler geçmişti belki de, belirsiz bir süre sonra kapı sertçe açıldı. İçeri aynı adam girdi, sınıftaki çocukların ölümünü izleyen soğuk gri gözlü komutan. Elinde bir şişe su ve ekmek vardı. Yüzünde acımasız bir ifade vardı, ama içinde sakladığı bir şeyler olduğunu hissedebiliyordum. Ne olduğunu bilmiyordum, ama fark etmiştim.
"Sana yemek getirdim," dedi soğuk bir sesle. "Bu kadarını hak ettin en azından."
Öfkeden titredim. Beni bir esir olarak görmek yetmezmiş gibi, o çocukların ölümünü seyreden bu adam, şimdi beni alay eder gibi karşımda dikiliyordu.
"Çocukları öldürdünüz," dedim, dişlerimin arasından tıslayarak. "Neyin bedelini ödüyorum?"
Gözleri kısıldı ve bir an duraksadı. Sanki bir şey demek ister gibi oldu ama sonra yüzündeki sertliği yeniden takındı.
"Burası savaş alanı," dedi soğuk bir ifadeyle. "Çocuk ya da yetişkin fark etmez. Herkes düşman. Sen de buradasın çünkü işbirliği yapmayı öğreneceksin."
"Hiçbir şey öğrenmeyeceğim," diye hırladım. "Sizden nefret ediyorum. O çocuklar... onların hayatlarını aldınız."
Bir anlığına, gri gözlerinde bir parıltı gördüm. Sanki içinde bir yerlerde, yaptıklarıyla hesaplaşan bir şey vardı. Ama bu his sadece bir an sürdü ve sonra tekrar o duvar gibi soğuk bakışlarına geri döndü.
"Bu nefretin seni hayatta tutacak mı bakalım," diye mırıldandı. "Bir gün, belki anlamaya başlarsın."
Ardından kapıyı çarparak çıktı ve beni yalnız bıraktı. Öfkeden deliye dönüyordum. Onlara boyun eğmeyecektim. Asla.
Günler geçti. Her gün aynı sahne tekrarlanıyordu. O adam, her gün hücreme geliyor, bana yemek getiriyor ve ben her seferinde ona karşı çıkıyordum. Konuşmuyordum, sadece sessizce bakıyordum. Ama içimdeki nefret gitgide büyüyordu. O çocukların anısı beni diri tutuyordu. Hayatta kalmak zorundaydım. Sadece kendim için değil, onların intikamını almak için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Zincirler
RomanceBir düşman askeri... Savaş sınırında bir öğretmen... Bir savaş alanında karşılaşan iki yabancı... Biri hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eden bir düşman askeri, diğeri ise savaşın ortasında öğrencilerine umut aşılamaya çalışan bir öğretmen. Bu iki...