"Bir kalp isterse her duyguyu misafir edebilir. Karanlık bir ruha bile severek umut öğretilebilir."
FİLİZ PULUÇ
Sabahın ilk ışıkları odayı doldururken, melankolik bir sessizlik hepimizi esir almıştı. Televizyonun karşısında uyuklayan bedenlerimiz, gecenin kâbusuyla birlikte gerilmiş ve acı dolu bir rüyaya hapsolmuş gibiydi. Melis'in başı öne eğilmiş, gözleri kan çanağına dönmüştü. Sanki gözlerindeki yaşlar tükenmiş, ama acı ona nefes almayı bile unutturmuştu.
Ayla, Melis'in hemen yanındaydı, ama onun da yüzünde aynı çaresizlik ifadesi vardı. Melis'in omzuna hafifçe dokundu, ama bu dokunuş, ne Melis'in acısını hafifletebildi ne de onun içindeki korkuyu dindirebildi. Gözlerinde biriken yaşlar, yanaklarından sessizce süzülüyordu.
"Melis..." dedi Ayla, sesi titrek ve zayıftı, sanki kelimeler ağzından çıkarken tükeniyordu. "Henüz kesin bir bilgi yok... Serkan... O güçlü biri, bunu atlatacaktır..."
Melis, başını yavaşça kaldırdı. Gözleri donuktu, sanki hayatta en sevdiği şeyi kaybetmiş ve onu bir daha bulamayacakmış gibi bakıyordu. Dudakları titredi, ama hiçbir kelime çıkmadı. Yutkundu, nefes almaya çalıştı, ama nefesi düğümlendi.
"O bana söz vermişti, Ayla," dedi sonunda, sesi fısıltı kadar cılızdı. "Geri dönecekti... Onu bekleyecektim. Ama şimdi... Şimdi ne yapacağım? Ona bir şey olduysa... Bunu nasıl kaldırırım?"
Ayla, Melis'in ellerini tuttu, ama dokunuşu bile donmuş gibiydi. Kalbindeki korku ve acı, her şeyden ağır basıyordu. "Melis, birlikte güçlü olacağız... Serkan'a bir şey olmayacak. Buna inanmalıyız. O sana dönmeyi isteyecek kadar güçlü, sen de buna inanacak kadar güçlü olmalısın."
Melis'in gözlerinden yeniden yaşlar süzüldü. Ayla'nın ellerine sarıldı, ama sanki bu dünyadan uzaklaşmış gibiydi. "Bana bunu yapamaz, Ayla... Onu kaybetmeyi kaldıramam. O olmadan nasıl yaşarım? Benim her şeyimdi..."
Bu sırada, odanın köşesindeki televizyon sessizliğin ortasında yankılanmaya devam ediyordu. Haber spikeri, ciddiyetini koruyarak yeni gelişmeleri aktarıyordu. Ama ne Melis ne de Ayla, artık ekrandaki görüntüleri ya da sesi algılayabiliyordu. Dünyaları, ekrandaki o kırmızı yazıyla çoktan paramparça olmuştu.
Ben, birkaç adım ötede onları izliyordum. Gözlerim dolmuştu, ama içimdeki kelimeler düğümlenmişti. Ne söyleyebilirdim? Ne diyebilirdim ki? Melis'in acısı, hepimizin yüreğine işlemişti. Serkan'ın yüzü, gözlerimin önünde belirdi, güçlü ve kararlı bakışları hatırladım. Ama şimdi o bakışlar, bir daha göremeyeceğim bir anı gibi zihnimde yer ediyordu.
Aras'ın sesini duydum bir anda, ama nereden geldiğini anlamadım. Onun söylediği her kelime, içimde bir boşluk yaratmıştı. Nefes almakta zorlanıyordum. "Lütfen Aras... Sen de sağ salim dön..." dedim içimden, ama sesim neredeyse duyulmazdı.
Oturduğum yerde ellerimi sıktım, avuçlarımın terlediğini hissettim. Gözlerim, ekrandaki yazılara takıldı kaldı, ama okumaya cesaret edemiyordum. Bir yandan Melis'in yıkılışını izlerken, bir yandan da kendi içimde boğuluyordum. Kalbimde Aras'a dair belirsiz bir korku vardı, onu bir daha görememek korkusu... Eğer ona bir şey olursa, bunu nasıl kaldırabilirdim?
O an, Melis'in çöküşünü izlerken, kendi içimde de aynı çöküşü yaşıyordum. Gözyaşlarım, istemsizce akmaya başladı, ama hiçbir şey söyleyemedim. Kelimeler boğazıma düğümlenmişti, nefes almak bile acı veriyordu. "Aras... Lütfen..." diye fısıldadım, ama bu sadece kendi içimde yankılanan bir duaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Zincirler
RomanceBir düşman askeri... Savaş sınırında bir öğretmen... Bir savaş alanında karşılaşan iki yabancı... Biri hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eden bir düşman askeri, diğeri ise savaşın ortasında öğrencilerine umut aşılamaya çalışan bir öğretmen. Bu iki...