Salonun orta yerinde, herkes gözlerini televizyona dikmişti. Haber sunucusunun sesi soğuk bir rüzgar gibi odada yankılanıyordu. Ekranda, "Son dakika: Üç askerimiz şehit oldu" yazısı kocaman harflerle belirince, kalbim sanki göğsümde durdu. Sesler bir an yok oldu, yalnızca beynimde yankılanan o üç kelimeyle baş başaydım: Üç asker şehit oldu.
Kerem, Aras ve Serkan... Hayır. Bu mümkün olamaz. Nefesim sıkıştı, sanki ciğerlerim artık havayı reddediyordu. Boğazım düğümlendi, gözlerim bulanıklaşmaya başladı. Bir an, sesler ve görüntüler birbirine karıştı.
Sevgi elini omzuma koydu, sanki beni bir şekilde rahatlatabileceğini düşünüyormuş gibi. "Belki onlar değildir," dedi, ama sesi titriyordu. Kimseye inandıramıyordu söylediğini, kendine bile. İçimdeki tüm umutlar tek tek sönüyor, yerini derin bir boşluk alıyordu.
Melis, sandalyesinde ileri geri sallanıyordu, gözlerini yerden ayıramıyordu. Ayla ise ellerini sıkı sıkı kenetlemiş, gözleri kısılmış şekilde televizyona bakıyordu. Kimse kıpırdamıyordu. O an, her şey durmuş gibiydi. Zaman ağır ağır akıyordu.
Bir an titremeye başladım. Dizlerimin altı boşaldı ve yere yığıldım. Bütün dünya yavaşça üstüme çöküyor gibiydi. Serkan'ın o gülüşünü, Kerem'in esprilerini, Aras'ın o ciddi bakışlarını düşündüm. Hayır... Bu düşünceye katlanamıyordum. Kalbim hızla çarpıyordu, kulaklarım uğulduyordu.
Sevgi panikle koştu ve mutfağa yöneldi. Geri döndüğünde elinde bir şişe limon kolonyası vardı. Elini uzatıp alnıma dökmeye çalıştı, ama ben gözlerimi açıp zorla da olsa fısıldadım: "Sevgi... ne yapıyorsun ya?"
Sevgi panik içinde, "Kendine gelmen lazım!" diye bağırdı. "Sana kolonya getirdim, kokla, iyi gelir!" dedi. Şişenin kapağını açtı ve yüzüme doğru salladı. O an burnuma keskin bir limon kokusu doldu, fakat bedenim derhal reaksiyon gösterdi. Nefesim daraldı, alerjim tetiklendi.
"Sevgi!" diye zar zor nefes alarak bağırdım. "Kız basmıyor mu durgun zekalı, alerjim var kolonyaya!"
Sevgi'nin gözleri büyüdü, elindeki kolonya şişesini hızla yere bıraktı. "Ah, kahretsin!" dedi, elleri panikle saçlarını çekiyordu. "Nasıl unuttum?!"
Ayla bir yandan ağlıyor, bir yandan başını sağa sola sallıyordu. "Tamam tamam, Sevgi sen ne yapıyorsun? Kolonya mı? Allah aşkına bir de kolonya mı lazım bu durumda?"
Gözlerim kapanıyor, nefesim daha da sıkışıyordu. Sevgi panikle o tarafa koşturdu, Melis de ne yapacağını bilmez halde, bir sağa bir sola bakıyordu. "Ambulans çağırmamız lazım," dedi Ayla, telefonunu hızla çıkararak. "Durumu kötüleşiyor!"
Sonraki birkaç dakika, benim için tam bir sis perdesi gibiydi. İçimdeki korku, hayatta kalma içgüdüsüyle birleşmişti. Gözlerim kapanıyor, açılıyor, başım dönüyordu. Etrafa bulanık bir şekilde bakarken, televizyonun sesi arka planda yankılanmaya devam ediyordu. Bir yandan 3 şehit haberini tekrar ediyor, bir yandan da sürekli bir aciliyet hissi yayıyordu o haber sunucusunun soğuk sesi.
Ambulans sirenlerini duymaya başladığımda ise tamamen kopmuş durumdaydım. Nefesim sıklaşmış, vücudumda bir titreme başlamıştı. Bir yandan içimdeki korku ve panik, diğer yandan ise başıma gelen saçma olayların etkisiyle tam bir karmaşanın ortasındaydım. Sevgi ise hala ne yapacağını bilmez halde, elini saçlarına götürüp "Ne yapacağım, nasıl böyle bir şeyi unuttum!" diye söyleniyordu.
Ayla, Sevgi'ye sertçe bakarak, "Sakin ol, Sevgi. Durumu kurtarabiliriz, sakin kal!" dedi, ama sesi de pek güven vermiyordu. İçimizdeki bu gerilim ve belirsizlik, hepimizi yavaş yavaş kemiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Zincirler
RomanceBir düşman askeri... Savaş sınırında bir öğretmen... Bir savaş alanında karşılaşan iki yabancı... Biri hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eden bir düşman askeri, diğeri ise savaşın ortasında öğrencilerine umut aşılamaya çalışan bir öğretmen. Bu iki...