"Gül olmadan bahar gelmez, gül bulunmayan bahçeye girmeye değmez."
İSKENDER PALA
Görev için hazırlıklar tamamlandığında, hepimiz tam bir sessizliğe bürünmüştük. Az önceki neşeli şakalaşmaların yerini ciddi bir hava almıştı. Hızlıca toparlanıp, ekipmanlarımızı kontrol ettik. Herkes görev için hazırdı, ama içimizde başka bir gerilim vardı. Bu sadece savaşın getirdiği tehlikelerin değil, aynı zamanda içimizde büyüyen duyguların da gerilimiydi.
Aras, sessizce yanıma yaklaştı. Gözlerinde endişe ve bir miktar kararlılık vardı. "Hazır mısın?" diye sordu, sesi sakin ama derin bir anlam taşıyordu. Bu sorunun ardında sadece göreve dair bir endişe yoktu; aynı zamanda aramızdaki belirsizliğe dair bir umut da saklıydı.
Derin bir nefes alarak başımı salladım. "Hazırım," dedim. Bu cevabım hem yaklaşan tehlikeye hem de aramızdaki belirsizliğe bir yanıttı. O an, ne olursa olsun, Aras'ın yanında durmak istediğimi fark ettim.
Hep birlikte dışarı çıktığımızda, hava serin ve kasvetliydi. Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı ve bir an için sanki bu görevden hiçbirimizin geri dönemeyeceği hissine kapıldım. Ama sonra Kerem'in neşeli sesi beni o karanlık düşüncelerden uzaklaştırdı.
"Tamam millet, hadi bakalım! Bu işten alnımızın akıyla çıkıp, sonra hep birlikte o kutlamayı yapacağız!" dedi, her zamanki enerji dolu tavrıyla. Onun bu neşesi, hepimizin moralini biraz olsun yükseltti.
Yola çıkmadan önce son bir kez birbirimize baktık. Herkesin yüzünde, ne olursa olsun bu işi birlikte bitireceğimizin inancı vardı. Sevgi, Ayla ve Melis, birbirlerine kısa bir bakış attılar, ardından sessizce birbirlerine sarıldılar. Bu küçük an, hepimizin içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetini bir kez daha hatırlatmıştı.
Aras, gözlerini tekrar bana çevirdi ve hafifçe gülümsedi. "Ne olursa olsun, yanındayım," dedi fısıldar gibi. Bu sözler, içimdeki korkuyu biraz olsun yatıştırdı. Aras'a güveniyordum ve onunla birlikte bu tehlikeli yola çıkmaya hazırdım.
Sonunda, hepimiz yola çıktık. Yürürken, barut kokusu daha da yoğunlaşmıştı ve adımlarımızın sesi, havada yankılanıyordu. Her an tetikteydik, ama aynı zamanda birbirimize güveniyorduk. Aras, yanımda sessizce yürüyordu ve onun varlığı, bana her adımda güç veriyordu.
Bir süre ilerledikten sonra, Kerem önden gidip durdu ve eliyle işaret verdi. Hepimiz sessizce durup, ne olacağını bekledik. Bir tepenin arkasına saklanmıştık ve düşmanın tam olarak nerede olduğunu kestirmek zordu. Kerem, gözlerini kısıp etrafı dikkatle inceledikten sonra, hafifçe başını salladı. Bu, planın başladığının işaretiydi.
Hepimiz yerlerimize dağıldık ve görev planına uygun olarak ilerlemeye başladık. Tansiyon giderek artıyordu; nefes almak bile zorlaşmıştı. Ama o an, içimde garip bir sakinlik hissettim. Aras'ın varlığı ve aramızdaki o belirsiz, ama güçlü bağ, bana güç veriyordu.
Görevin ilk aşaması sorunsuz geçti. Sessizce ilerleyip, düşmanın yerini tespit ettik. Her şey yolundaydı, ama bir anda işler tersine döndü. Bir patlama sesi duyuldu ve her şey karıştı. Toz duman arasında, ne olduğunu anlamaya çalışırken, Kerem'in sesini duydum.
"Dikkat edin!" diye bağırıyordu, ama sesindeki panik, durumun ciddiyetini ortaya koyuyordu. Bir anda kendimi yere attım ve hemen ardından başka bir patlama daha duyuldu. Herkes birbirinden ayrılmıştı, ama en kötüsü Aras'ı göremiyordum.
Kalbim hızla atmaya başladı, içimde büyük bir korku yükseldi. Aras nerede? Ona bir şey mi oldu? Bu düşünceler, zihnimi esir almıştı. Yerde yatarken, gözlerimle onu aradım ama göremedim. Toz ve duman her şeyi kaplamıştı.
Tam o sırada, hafif bir hareket hissettim ve biri yanıma süründü. Aras'tı! Üstü başı toz içindeydi, ama iyiydi. Gözlerimiz buluştuğunda, derin bir nefes aldım.
"İyisin, değil mi?" diye sordum, sesi titreyen bir halde.
Aras başını salladı ve gülümsemeye çalıştı. "Merak etme, iyiyim," dedi. "Ama burada daha fazla kalamayız, geri çekilmeliyiz."
Başımı salladım ve birlikte, yavaşça geri çekilmeye başladık. Kerem, Sevgi, Ayla ve Melis'i de bulup bir araya geldiğimizde, herkesin yüzünde aynı kararlılık vardı. Bu işten sağ salim çıkmalıydık, ne olursa olsun.
Aras, geri çekilirken bir an durup bana baktı. "Bana güven," dedi. "Bu işten birlikte çıkacağız."
O an, ne olursa olsun Aras'a güvendiğimi bir kez daha hissettim. Barut kokusu, patlamalar, belirsizlik... Hepsi bir anda önemsizleşti. Tek önemli olan, birbirimize duyduğumuz güven ve bu zorlu yoldan birlikte geçme kararlılığıydı.
Geri çekildikten sonra, güvenli bir bölgeye ulaştık. Nefes nefese, ter içinde kalmıştık, ama en azından güvendeydik. Herkes kendini toparlamaya çalışırken, Aras yanıma geldi. Gözlerinde hala o endişe vardı, ama şimdi bir de rahatlama hissediliyordu. Başarmıştık; bu tehlikeli görevden sağ salim çıkmıştık.
Bir süre sessiz kaldık, sadece birbirimize bakarak nefesimizi düzenlemeye çalışıyorduk. Sonra Aras, sessizliği bozan ilk kişi oldu. "Sana bir şey olsaydı, ne yapardım bilmiyorum," dedi, sesi hala bir fısıltı gibi çıkıyordu.
Bu sözler içimi ısıttı. Aras'ın bana ne kadar değer verdiğini bir kez daha anlamıştım. "Buradayım," dedim, ona güven verici bir gülümseme göndererek. "İkimiz de buradayız."
Tam o sırada, Kerem yanımıza geldi ve elinde tutup sakladığı bir şey vardı. Gözlerinde her zamanki muzır ifade, yüzünde ise geniş bir gülümseme vardı. "Hepimize minik bir hatıra getirdim," dedi, elindeki şeyleri açarken.
Kerem'in elinde küçük bir demet gül vardı. Bu kadar savaş ve kaosun arasında, bu narin çiçekleri nasıl bulduğunu anlamak zordu. Ama o, bunları bir şekilde bulup getirmişti. Her birimize birer tane uzattı. Aras'a en güzelini, en kırmızısını verdi.
Aras, gülü aldı ve bir an duraksadı. Sonra bana bakarak, bu gülü uzattı. "Bu, senin için," dedi. Gözlerindeki ifade, hem çekingen hem de içtendi. Bu gül, bizim aramızda oluşan güçlü bağın ve yaşadığımız her şeyin bir simgesi gibiydi.
Gülü alırken, kalbim hızla atmaya başladı. Bu küçük jest, onca tehlikenin, kaybın ve belirsizliğin arasında bir umut ışığı gibiydi. Gülü kokladım ve ona teşekkür ettim.
Tam o anda, Sevgi, Ayla ve Melis yanımıza geldiler. Onlar da Kerem'den gül almışlardı ve yüzlerinde tatlı bir gülümseme vardı. Ama en önce Kerem konuştu. "Oooo, yenge hanım!" dedi, şakacı bir ses tonuyla. "Demek sonunda oldu, ha?"
Aras ve ben aynı anda kızardık, ama o an herkes gülmeye başladı. Sevgi, Ayla ve Melis de Kerem'e katıldılar, "Hayırlı olsun!" dediler, gülerek ve bizi neşeyle tebrik ettiler.
Bu an, yaşadığımız tüm karanlığın içinde küçük bir ışık, bir bahar rüzgârı gibiydi. Aras'ın bana verdiği gül, sadece bir çiçek değil, aynı zamanda aramızdaki bağın, yeni bir başlangıcın simgesiydi. Gül olmadan bahar gelmezdi ve belki de bu gül, bizim hayatımıza yeniden baharı getiriyordu.
O an hepimiz, her şeyin kötüye gittiği anlarda bile, hayatın bize küçük de olsa güzel şeyler sunabileceğini bir kez daha fark ettik. Ve o küçük gül, hepimizin içindeki umudu yeniden yeşertti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Zincirler
RomantizmBir düşman askeri... Savaş sınırında bir öğretmen... Bir savaş alanında karşılaşan iki yabancı... Biri hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eden bir düşman askeri, diğeri ise savaşın ortasında öğrencilerine umut aşılamaya çalışan bir öğretmen. Bu iki...