"İyi gelmez mi hiç deniz havası?
Bir göz oda bulur sokarız başımızı
Bir de koyarız iki kadeh
Kafa nereye biz oraya
Kafa nereye biz oraya."
SILA
1,5 Ay Sonra
Gözlerimi sabahın ilk ışıklarıyla açtığımda, içimde bir tuhaflık hissettim. Hani bazen sabah uyanırsın ve günün sıradan olmayacağını bilirsin ya, işte o duygu içimde yankılanıyordu. Hava serin ama güneşliydi. Kuşlar dışarıda cıvıldıyor ve hafif bir bahar esintisi camdan içeri süzülüyordu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, takvimde büyük harflerle yazılmış "ANNELER GÜNÜ" notu beni güldürdü. Bu sabah farklı bir his vardı içimde... ama nedenini henüz anlamıyordum.
Yanı başımda horlayan Aras'a bakıp, "Bu adam bir gün çenesiyle beni öldürecek," diye düşündüm. Yataktaki horlaması bile bir çeşit işkenceye dönüştü. Koca adam, sanki bir tankın motoruymuş gibi derin, kalın seslerle uyuyor. Biraz gürültü yaparak yataktan kalktım ki belki uyanır. Yok, mümkün değil. Adam harbi taş kesilmiş.
Kafamda bin bir düşünceyle mutfağa doğru ilerledim. Kahve yapıp biraz kendime gelmek istedim. Son birkaç haftadır halsizdim, yorgundum. Sürekli midem bulanıyordu, ama sürekli koşturmacadan doktora gitmeye vakit bulamamıştım. Kendimi biraz fazla stresli, biraz da bitkin hissetmemin sebebini iş yoğunluğuna yormuştum. Hani öyle çok çalışınca herkesin başına gelir ya, öyle bir şey sanmıştım.
Ama içimde bir ses, "Yok ya, bu işte bir terslik var!" diye bağırıyordu.
Kahveyi yaparken Karmen'den bir mesaj geldi. "Hep birlikte kahvaltıya gidiyoruz!"
Karmen, sanki enerjisini hiç kaybetmeyen bir pil gibi, sabahın köründe bile bana sürekli mesaj atıyor, her planı organize ediyordu. "Bakalım, belki gelebilirim," diye cevap verdim, ama kendimi o kadar da iyi hissetmediğim için içimden pek katılmak gelmiyordu.
Midem bir kez daha kasıldı. Şu his yine... Off, kahve mi ağır geldi yoksa? Bir dakika... Midem bulandı. Ama bu kez kahveyle alakalı değildi. Hızla banyoya koştum ve kendimi lavaboya zor attım. Allah'ım, ne oluyor bana?
Sabahın o iç gıcıklayan tuhaflığını sindirip, kahveyi zorla içtikten sonra Karmen'e mesaj atmaya karar verdim. "Alışverişe çıkıyorum, belki kahvaltıya sonra katılırım." Gönder butonuna bastığımda, midenin dalgalanmasına rağmen enerji bulmuş gibi hissettim. Üstüme rahat bir şeyler giyip kapıdan çıktım. Alışveriş candır!
Mağazaya adımımı attığımda, gözlerime inanamıyordum. Her yerde indirim vardı! "Oh, işte şimdi oldu," diye düşündüm. Biraz terapinin tam zamanıydı. Mağaza çalışanları ortalıkta dört dönüyor, müşterilere kıyafet öneriyor, birbirleriyle o muhabbet ediyor, her şey yerli yerinde görünüyordu. Ancak kasiyerin suratındaki dalgın ifade... O başıboş bakışlar... Beni deli edecekti.
Elime birkaç parça kıyafet alıp kasaya doğru ilerledim. Orta boylu, hafif pembemsi saçları olan kasiyer telefonuyla uğraşıyordu. Nezaket denen şeyin kırıntısını bile bırakmamış gibiydi. Kasaya yaklaştım, önümdeki müşterinin ödeme süreci yaklaşık on dakika sürdü. Sabırla beklerken bir yandan içimden sayıyordum: "Bir... İki... Üç... Derin nefes, derin nefes..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Zincirler
RomanceBir düşman askeri... Savaş sınırında bir öğretmen... Bir savaş alanında karşılaşan iki yabancı... Biri hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eden bir düşman askeri, diğeri ise savaşın ortasında öğrencilerine umut aşılamaya çalışan bir öğretmen. Bu iki...