XVIII PART II - SÖNMÜŞ OCAK KÖZÜ

20 3 0
                                    

Bu bölüm bir önceki bölümün 2. partıdır. Aşağıda buluşuruz.

Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.

Bölüm Şarkısı;

Asker Kınası, İsmail Altunsaray

Uzun İnce Bir Yoldayım, Barış Manço & Cem Karaca

Uzun İnce Bir Yoldayım, Barış Manço & Cem Karaca

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

🕊️

XVIII

"Ölüp de ölmeyene, ölüm cana minnettir; Ey hak için can veren, ölümün ne nimettir." "Necip Fazıl KISAKÜREK"

16 Kasım 1994 / Memleket Toprakları

Yazar, Ağzından

Gökyüzü, gri bulutlarla kaplıydı; sanki tabiat da bugün hissedilen acıyı paylaşmak istercesine güneşi saklamıştı. Dağların eteklerinden süzülen sis, köyün taş döşeli dar sokaklarını ağır bir örtü gibi kaplıyor, havayı hem kasvetli hem de içe işleyen bir soğuklukla dolduruyordu. Sokaklar sessizdi; kuşlar bile susmuştu. Rüzgâr hafifçe esiyor, dalgalandırdığı Türk bayraklarını hüzünlü bir dansa zorluyordu. Bayrakların kırmızısı, yas tutan köyün toprak damlı evlerine inat, dimdik duruşuyla hem gururu hem de hüznü aynı anda haykırıyordu.

Her evin kapısı önünde, başı eğik duran birileri vardı. Kimisi elinde tespihiyle dua ederken, kimisi gözleri yere dikilmiş, boşluğa bakıyordu. Yaşlı kadın, meydanın biraz ötesindeki taş basamaklara çökmüş, yemenisinin ucuyla gözyaşlarını silmeye çalışıyordu, ama ne kadar silerse silsin yaşlar durmak bilmiyordu. Titreyen elleriyle önce gözlerini, sonra sanki silmek istediği yüzüne kazınmış acıyı ovaladı. Çökmüş omuzları, sanki bir ömürlük yükü aynı anda taşır gibiydi. Dudaklarından kopan dualar yarım yamalaktı; kelimeler ya boğazına takılıyor ya da hıçkırıklarla bölünüyordu.

"Ah evladım..." diye inledi, sesi bir annenin kalbinden kopan ağıt gibi tüm meydanı doldurdu.

"Yanası yanası ciğer yanası

Yansada ağlamaz şehid anası"

Gözleri, sanki dünyanın ağırlığını taşımaktan yorulmuş gibi, pusluydu. Ancak o puslu bakışların içinde öyle bir acı vardı ki, bakan herkes onun yükünü hissetmekten kaçınamazdı. İleride bayrağa sarılı tabuta ilişti gözleri; dudakları titredi, ama konuşamadı. Kadının avuç içleri, yılların emeğiyle sertleşmişti ama şimdi bir çocuk gibi çaresizce birbirine kenetlenmişti. Her hıçkırıkta göğsü bir yay gibi geriliyor, ardından sesi soluğu kesilecekmiş gibi çöküyordu.

"Ananın yaktığı asker kınası

Kıyamete kadar silinmez imiş"

Yanına gelen bir kadın, şefkatle sırtını sıvazlamaya çalıştı, ama yaşlı kadın ona döndü, gözlerinde yalnızca bir annenin acısını anlayabilecek bir başka anneye gösterebileceği o çığlık vardı. "Neden o gitti?" diye sordu, kelimeleri hem isyan hem kabullenme arasında sıkışıp kalmıştı. Cevap beklemiyordu; çünkü cevabın olmadığını biliyordu. Oğlunu vatan uğruna verdiği için gururluydu belki, ama yüreği paramparça olmuştu.

GÜVERCİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin