Ondan Gelen Hediye

121 7 0
                                    

OLIVIA

"İlaçlar uyumana yardım eder mi?"
"Hayır." Dişlerimi sıkarak olduğum yerde titriyordum. Joe bana endişeli gözlerle bakıyordu.
"Olivia,beni endişelendiriyorsun. Doktorunu aramalı mıyım?" Başımı iki yana sallarken dizlerimi karnıma çektim. Joe bir şeyler söylemeye devam ediyordu ama duymuyordum. Tek hissettiğim titremeydi. Vücudum deli gibi sarsılıyordu.
"Olivia? Günaydın. Ah beni çok korkuttun." Uyanmıştım. Aslında uyuyor muydum bunu bile bilmiyordum.
"Nick nerede?"
"New York. Cidden gitti Olivia."
"Hastanede ne işimiz var? Bak seni görüyordum ama duyamıyordum."
"Bir çeşit kriz. Bilmiyorum ben tıptan anlamam. Ama doktor kendini üzmeye devam edersen tekrarlayacağını söyledi."
"Ben bir kızım. Üzülmemem mümkün değil." Kapıya bakarken Matt'in girdiğini gördüm.
"Onu aradın mı?" Dedim Joe'ya sessizce. Evet anlamında başını salladı. Matt çekinerek yanıma geldi.
"Ne oldu sana böyle?" Yanıma oturup tek eliyle yüzümü okşadı. O elini tuttum.
"Matt,beni affeder misin? Gerçekten üzgünüm." Dedim. Matt'i de kaybetmek istemiyordum. Sevdiklerimi tek tek kaybetmeye başlayamazdım.
"Tabi ki canım benim. Bir şey yapmadın ki zaten. Zamanı olmadığını bilmeliydim."
"Hayır ben sana taşınmak istiyorum. Cidden." Matt şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.
"Cidden mi?"
"Evet. O zaman biraz şaşırmıştım ve düşünmeye ihtiyacım vardı. Bana bak berbat haldeyim Matt. Mutlu olmak istiyorum, birlikte sadece mutlu olabilir miyiz acaba? Beni sürekli mutlu eder misin?" Matt güldü. Başımı tombik elleriyle okşadı. Yani bunlar Nick'in ellerinden daha büyüktü ama bana onun tombik parmaklı ellerini hatırlatıyordu.
"Olivia?" Matt'in sesiyle kendime geldim.
"Üzgünüm. Ne diyordun?"
"Seni mutlu edebilirim. Bunu sen de biliyorsun. Bugüne ne dersin? Seni eve götürüp eşyalarını toplarız ve benim evime geçeriz. Olur mu?" Başımı olur anlamında sallayınca bana sarıldı. Nedense bu sarılmada güven verici bir şey vardı ve bana neden üzüldüğümü unutturuyordu.
Eve gidip Matt'le eşyaları toplamaya başladık. Matt bir koliyi sırtlayıp aşağıya indirirken Joe odaya girdi.
"Konuşabilir miyiz?" Başımı evet anlamında sallarken kollarımı göğsümde birleştirdim.
"Olivia,acele karar vermiyor musun?"
"Ne demek istiyorsun?" Dedim kaşlarımı çatarak.
"Önceki gün Nick gitti diye ağlayıp kriz geçiriyordun ve o gitti diyip duruyordun. Ertesi gün Matt'e birlikte yaşamak istiyorum diyorsun. Onunla yaşamanı istemediğimden değil Olivia ama acele karar verip kendini yıpratmanı istemiyorum."
"Acele karar vermiyorum Joe. Matt kaybetmek istemediğim biri ve ben de bu fırsatı değerlendirmiş oluyorum. En azından o buradan gitmedi di mi? Bu da bunun doğru bir karar olduğunu söylüyor." Joe derin bir nefes aldı. Başını iki yana salladı.
"Sadece ben seni kız kardeşim olarak gördüğüm için konuşmak istedim. Ama sonuçta senin abin değilim di mi? Sana karışamam."
"Joe sen benim abimsin. Kan bağını umursamıyorum. Soyadımın Jonas olmaması da önemsiz."
"Bir gün olabilirdi." Diye mırıldandı Joe. Bunu duymuştum ama cevap vermedim. Joe bana sarıldı.
"Ne zaman istersen beni ara. Benimle buluş. Evet beni görmezsen kafanı kırmaya gelirim zaten." Kıkırdadım. Ben de ona sıkıca sarıldım.
"Bu dediğin hiç olmayacak. Her zaman görüşeceğiz. Merak etme sen. Ara ara sana İtalyan yemekleri yapmaya bile gelirim." Evet aslında kökenlerim İtalyan'dı. O yüzden İtalya mutfağına meraklıydım.
"Buna bayılırım." Dedi Joe. İkimiz de gülümsedik ve Matt son koliyi almaya gelirken ben de çantamı aldım. Aşağı indik ve eve son kez baktım. Burada da çok şey olmuştu. Gözardı edemiyordum. Ama hatırlamam üzülmeme yol açıyordu ben de düşünmemeye karar verdim. Arkamı dönüp arabaya ilerledim. Elveda Herkesin merak ettiği kadar ben de merak ediyorum onu. Neler yapıyor,günü nasıl geçiyor,kendi kendine nasıl idare ediyor? Beni özlüyor mu? Beni hiç düşündü mü acaba? Sonra telefona sarılıyorum. Cevaplamayacağını bilsem de arıyorum onu. Karşıma telesekreter çıkınca da belki durup dinler diye ağlıyorum. Ağlıyorum belki bana üzülür de beni arar diye. Ama o asla aramıyor. Sonra da erkek arkadaşımla televizyon izlerken yeni bir kız arkadaşı olduğunu görüyorum. Delta... Nick'ten çok büyük ama mutlu olduklarını söylüyorlar. Hayranları tepkili çünkü istemiyorlar. Ben de istemiyorum. Ama elden ne gelir ki?
"Bebeğim geliyor musun?" Doğru ya unutmuştum. Benim de bir hayatım vardı. Matt'le evdeydik ve o işi yapmak üzereyken kendimi tuvalete atmıştım. İyi bir haber almamıştım ve bunu sindirmek için kendi kendime tuvalette ağlıyordum. Gözlerimi sildim.
"Geliyorum." Diye seslendikten sonra kendime baktım. Ne derdim vardı benim? Güzeldim. Gençtim. Bana bayılan bir erkek arkadaşım vardı ki ona da çok kişi bayılıyordu. Aynı evde yaşıyor,güzel şeyler yapıyor ve birlikte olduğumuz güzel akşamlar geçiriyorduk. Nick gitmişti. Ah tanrım! Yine aklıma gelmişti ve yine üzülmüştüm işte. Elimde değil.
"Bir an tuvaletin kapısını kırmayı düşündüm Olivia." Diye güldü Matt. Ben de güldüm.
"Makyajımı siliyordum." Diye yalan uydurdum. Kaşlarını çattı.
"Zaten makyajsızsın sanıyordum."
"Ah doğru yanlış söylemişim. Cilt bakımı rutinim. Güzelliğimi bir şeylere borçluyum bebeğim." Konuyu kapatsın diye ona iyice yaslanıp beline sarıldım. Amacım onu tahrik etmek miydi? Ah evet.
"Hayır değilsin. Olduğun gibi güzelsin sen." O nasıl bir erkekti de böylece konuyu kapatmıyordu? Hadi ama daha ne yapabilirim!
"Evet evet her neyse." Dedim boynuna doğru uzanırken. Matt gülerek beni kucağına çıkardı. Şimdi rahatça yetişebilirdim işte. O çok uzundu ben kısa değildim!
Boynuna küçük küçük öpücükler kondurdum. Boynundan ilerleyip dudağına geldim.
"Bebeğim?" Dedi Matt. Durmadım.
"Hım?"
"Olivia?"
"Hım?"
"Sana bir şey söylemem gerek." Onu yatağa itip üstüne çıktım.
"Sonra söylersin."
"Nick Miss Universe'te sahne alacak. Bilmek istersin diye düşündüm." Anında durdum. Gözlerim bir karış kadar açılmıştı. Ne demek yani? Nick ve ben aynı ortamda olacaktık. Bunu bilerek mi kabul etmişti?
"Olivia? İyi misin?"
"Evet. Hadi yapalım şunu." Ben onu öpmeye devam edince o da daha fazla sorgulamadan devam etti. Belki de bu ikimizin de yararınaydı çünkü onu duyunca bir süreliğine ellerimi gevşetememiştim. Ona niye bunların yaşandığını açıklamak istemiyordum. Niye yaşandığını ben gayet iyi biliyordum. Ertesi gün doğumgünümdü. Ve başka hangi gün olduğunu da biliyorsunuz zaten. Matt'e doğumgünüm hakkında açıklama yapmıştım. Ona ne zaman olduğunu söylemeyecektim ve o da buna saygı gösterecekti. Am Joe biliyordu ve benimle görüşmek istemişti. Zaten bir süredir görüşmediğimiz için kabul etmiştim.
"Hey Joe." Dedim oturduğu cafeye geldiğimde. Kalkıp bana sıkıca sarıldı.
"Doğumgünün kutlu olsun Olivia." Gülümsedim.
"Nice mutlu-hüzünlü doğumgünlerime." Dedim acı bir şekilde gülümsemeye devam ederken. Joe omzumu sıvazladı.
"Sana küçük bir şey aldım."
"Joe bunu sevmiyorum biliyorsun."
"Olivia,üçümüz de doğumgününü mahvetmemen için çok çabalıyoruz."
"Üçünüz? Nick mi? Bilmiyorum en ihtiyacım olan bugünde yanımda görmüyorum onu!" Diye çıkıştım. Bu beni deli ediyordu.
"Sakin ol." Dedi Joe. Kendi oldukça sakindi.
"Haftaya buraya geliyormuş. Miss Universe'te sahne alacakmış." Dedim koltuğa gömülürken.
"Biliyorum." Güldüm.
"Zaten bir tek benim haberim olmuyordu doğru."
"Nereden öğrendin?" Dedi Joe kollarını göğsünde kavuştururken.
"Matt söyledi." Dedim fısıldarmış gibi. Sesim alçalmıştı.
"Nick hakkında bir şey diyor mu?"
"Ne diyecek? Beni sevmiyorsun onu seviyorsun mu?" Joe güldü.
"Sen de evet derdin."
"Bunu konuşmak istemediğim için hediyeye bir göz atacağım."
"Kargo paketi için kusura bakma. Şehir dışından geldi." Dedi Joe. Gülümserken önce kargo bilgisine baktım. Sonra bir şey demeden paketi açtım. Karşıma bir kutu çıktı. İçinde bir madalyon vardı.
"Annen bunu altıncı yaş günün için almış. İçine fotoğraf koyacakmış ama kısmet olmamış. Sen de sevdiğin üç insanın fotoğrafını koyarsın diye düşündüm." Madalyonu kıracakmışım hissiyle parmak uçlarımla nazikçe dokunuyordum.
"Bunu nereden buldun?" Joe'nun yüzü değişti. Duraksadı.
"Bunu sen getirmedin di mi?" Dedim. Joe başını iki yana hayır anlamında salladı.
"Bunu Nick gönderdi. New York yazıyor." Kargo paketinde ilgimi bu çekmişti. Joe bu sefer evet anlamında başını salladı.
"New Jersey'deki eve gitmiş. Anahtarları bizimkilerden,Teksas'tan almış ve bunu senin için New York'a getirmiş. Bunu vermemin iyi bir fikir olacağını söyledi. Madalyonu elimde bir kez çevirdim. Bu ondan gelmişti.

InseparableHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin