Yanlış duymuş olmam gerekiyordu. Böyle bir şeyi Mahir'in annesi benden isteyemezdi, istememeliydi. Oğluna nasıl sevdalı olduğumu biliyordu. Hadi benim sevdamı yok saymasına saymıştı da ya kendi oğlunun sevdası ne olacaktı? İnsan kendi oğluna kıyabilir miydi? Bu kadın nasıl kendi oğlunun mutsuzluğu üzerine kocasının iyileşmesini dileyebilirdi?
Elimi hızla elinden kurtararak ayağa kalktım. ''Siz bunu söylemediniz bende duymadım.''
Benim tepkim karşısında o da kendini zorlayarak ayağa kalkmıştı. Yüzü gözyaşları ile parlıyordu. Titrediğinin de farkındaydım ama elimden gelen bir şey yoktu. Ben... Ben yapamazdım ki böyle bir şeyi. Mahir'den nasıl vazgeçebilirdim? Elbette bir çözümü vardı bu işin. Elbet bir hal çaresini bulurduk. Ama böyle olmazdı bu. Bu şekilde olamazdı.
''Bana kızdın...'' diye fısıldadı düşüncelerimi okumuşçasına. ''Ben bir anneyim Gülüm... Evladımı bilerek, isteyerek ateşe atamam.''
''Ne demek bu?''
''Sen ateşsin kızım. Sen oğlumun sonunu getireceksin.''
Bu sözler karşısında ne diyeceğimi bilemez bir halde olduğum yerde kaldım. Söylediğinde haklılık payı vardı, inkâr edemezdim. Rıfat belası olduğu sürece başımda ben hep Mahir ve ailesi için tehlike olacaktım. O adam bu yeryüzünden yok olmadığı sürece her mutluluğuma taş koyacaktı.
Öfkeme hâkim olamayarak koşarak evden çıktım. Aklımda tek bir şey vardı. Rıfat'ı mahvedecektim. Ona benimle uğraşmamasını, hayatımdan defolup gitmesini tekrar yüzüne söyleyecektim. Onu her gördüğümde ruhumun daraldığını, midemin bulandığını hiç çekinmeden söyleyecektim.
Aşağı sokakta olan evlerine geldiğimde nefes nefese kalmıştım fakat umurumda bile değildi. Şu an ruhum benim can çekişiyordu. Bedenimin çektiği eziyet bunun yanında hiç kalırdı.
Güç almak istercesine derin bir nefes aldım ve çeşitli motiflerle kaplı olan ahşap kapıyı çalmaya başladım. Her geçen saniye kapıya vuran ellerim ağır bir yumruk halini alıyordu. Birkaç dakika sonra kapı açıldı. Kapı açılır açılmaz neredeyse koşarcasına içeri girdim. Avluya girdiğim anda karşımda Rıfat'ın annesi Dicle Hanım belirdi. Beni gördüğüne şaşırmış olduğu yüz ifadesinden çok net belli oluyordu. Bende kendimi burada bulmayı beklemiyordum. Ben bile kendime böylesine şaşkınken onun bu hali bana hiçte anormal gelmiyordu.
''Hayırdır kızım?''
Sesinde ki şefkat söyleyecek olduklarımı yutmam için bana baskı yapıyordu ama irademi kaybetmemeye çalışarak ''Rıfat nerede?'' diye zorda olsa sorabildim. Dicle Hanım'ı severdim. Onu sevmeyen insan zaten pek yoktu. Her zaman adaleti, hoş görüsü, sevgisiyle insanlara yaklaşan bir kadındı. Azın çoğun lafını etmeyen, zenginliğin büyülü dünyasına kapılıp böbürlenmeyen bir kadındı Dicle Hanım. Böyle bir kadını üzmek benim için büyük bir utançtı ama elimde değildi. Dicle Hanım ne kadar iyiyse oğlu da o kadar kötüydü. Parasına ve gücüne güvenen bir adamdı. İnsanlığını tüketmiş biriydi.
''Kızım bir şey mi oldu?''
''Rıfat nerede Dicle teyze?''
''Buradayım,'' diyen sesle istemsizce ürktüm. Yine de geri çekilmemeye çalışarak başımı sesin geldiği yöne, merdivenlere çevirdim. Rıfat üzerinde siyah takım elbisesi ile ağır ağır merdivenlerden inerek tam karşımda durdu. Çehresi her zaman ki uğursuzluğunu taşıyordu. Bu adamda ki her şey bana uğursuz geliyordu. Her zaman asık olan suratı, buz gibi bakan kara gözleri uğursuzluğunu açık bir şekilde resmediyordu.
''Sen ne biçim bir adamsın?''
''Adamlığımı seninle konuşacak değilim.''
''Neden? Ben senin sevdiğin kız değil miyim? Uğruna herkesi yakıp yıkmaya niyetlendiğin sevdalın değil miyim?''
Sözlerim karşısında çehresi kararmaya başlamıştı. Gerilen vücudu ceketinin altından az çok belli oluyordu.
''Eceline mi susadın?''
''Ecelime geldiğime göre?''
Dudaklarında alay dolu bir gülümseme belirmişti. ''Ben senin ecelin değil kaderinim Gülüm.''
''Sen hastasın. Senin acil tedavi olman gerek!''
''Ağzından çıkanı kulağın duysun kadın!''
''Benim artık ağzımdan çıkanı kulağımın duyması için çok geç! Senin gibi bir ruh hastası tüm hayatımı mahvederken susamam!''
''Ne oluyor burada?'' diye araya girdi Dicle Hanım. Duyduklarından ötürü yüzünde fazlasıyla şaşkın bir ifade vardı. Bu konuşmayı onun yanında yapmak istemiyordum ama buna mecburdum.
''Anne sen karışma,'' diyerek annesini susturdu ve beni kolumdan tutarak merdivenlere doğru sürüklemeye başladı. Ben kendimi onun elinin kıskacından kurtarmaya çalıştıkça o daha sıkı sarıyordu kolumu. Bir süre debelendikten sonra beni bir odaya soktu. Kolumu aniden bırakınca dengemi sağlayamayarak dizlerim üzerine düştüm. Başörtüm saçlarımdan kayıp gitmişti. Gözlerim artık gözyaşlarım ile çevrelenmişti.
Rıfat bir dizi üzerine çökerek sertçe çenemi kavradı. ''Gülüm... Gecenin rengini almış gözlerin gözlerimi paramparça ederken, sen yüreğimi dağlıyorsun.''
''Ben... Ben hiçbir şey yapmıyorum sana.''
''Sen bana baktığın ilk gün, kalbime sevdanı saldığın ilk gün yapacağını yaptın.''
''İstemiyorum... Anla istemiyorum ben seni.''
Çehresinde kederli bir gülümseme belirmişti. Boşta olan elini kalbinin üzerine koyarak ''Ben anlıyorum... Ama bu yürek anlamıyor! Bu yürek sensiz olmaz.''
''O yüreği de beni istemiyorum! O yürek bana bir hapishaneden farksız.''
Çenemde ki eli yüzüme doğru kaydı. Başparmağıyla yanağımı okşuyordu. ''Gülüm... Yârim ol!''
Yüzümde iğrendiğimi belli eden bir ifadeyle ''Benden sana ancak yara olur...'' diye fısıldadım. Hafifçe gülümseyerek ''İster yar ol ister yara... Ama bir ömür benimsin Gülüm!''
-
Merhaba arkadaşlar :) Bölüm geldi. Biraz kısa ama idare edin lütfen :) Bir kaç haftaya bölümler düzenli gelecek inşallah. Bol bol yorum ve beğeni bekliyorum :)
İnstagram hesabım : dilekyelomi takibi unutmayalım :))
Seviliyorsunuz ♥ :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...