Bir yandan masayı hazırlarken bir yandan da bugün olanları düşünmeden duramıyordum. Mahir'in annesinin benden istediği şeyi yapmam olanaksızdı. Yapamazdım. Belki yaptığım şu an bencillikti ama Mahir'in annesi de kendi için bencillik yapıyordu. Benim sevdam için yaptığım bencilliği çok görmemeliydi.
''Gülüm.''
Annemin seslenmesi ile elimde ki tabağı masaya bırakarak ona doğru baktım. Elinde sürahi ile yanıma geldi. Gözlerinde gördüğüm ifade bana fazlasıyla kızgın olduğunun göstergesiydi. Haklıydı da. Bir anda hiçbir şey söylemeden o aşağılık adamın evine gittim. Geldiğimde ise perişan bir haldeydim. Zaten nasıl o evden çıktım geldim bilmiyordum bile. O kadar kötü bir haldeydim ki...
Annem elinde ki sürahiyi bıraktıktan sonra ''Nereye gittin bugün?'' diye sordu.
''Rıfat'ın evine.''
''Ne işin vardı Gülüm o evde?''
''Anne söylemem gereken sözler vardı.''
''Ne sözleri onlar?''
Bir şekilde bu konuşmadan yırtmaya çalışıyordum ki çalınan kapı kurtarıcım olmuştu. Koşturarak kapıyı açtım. Babam ve ağabeyim her zaman ki yorgun ifadeleriyle içeriye girmişlerdi fakat bu sefer bu ifadeye ek olarak umutsuzlukta eklenmiş gibiydi. Bir şey söylemeden onların ardından içeri girdim. Annem elinde yemek kazanıyla geldiğinde hepimiz masaya geçtik fakat hala babam ve ağabeyimin suratları asıktı. Normal şartlarda masaya oturduğumuzda o yorgun ifadeleri yerlerini memnuniyete bırakırdı. Babam her zaman bir erkeği en mutlu edebilecek şeyin onu bekleyen eş ve güzel yemekler olduğunu söylerdi. Şimdi ise pek mutlu görünmüyordu. Annem de bunu fark etmiş olacak ki ''Hayırdır Bey?'' diye sordu. Babam dalgınca çorbasını karıştırırken ''Pek hayır değil Hanım,'' diye mırıldandı.
''Baba kötü bir şey mi oldu?''
Benim sorum üzerine bakışlarını çorbasından çekerek bana çevirdi. Yıllara meydan okumuş çehresinde yorgun bir gülümseme belirmişti. ''İşler ters gidiyor kızım.''
''Neden?''
Babamın bir şey söyleyemeden ağabeyim ''Çünkü biri bizimle uğraşıyor,'' diyerek araya girdi. O an istemsizce huzursuz olmuştum. Korku tüm bedenimi sarmıştı.
''Kapatın konuyu,'' diyerek babam çorbasından bir kaşık aldı. Daha çorbasını içemeden ağabeyim ''Neden baba? Söylesene,'' diyen imalı sözleriyle elinde ki kaşığı tekrar çorbaya bıraktı.
''Baba neyi söyleyecek?''
''Kapatın konuyu dedim!''
''Baba söyle de bilsin!'' diyen ağabeyimin sözleriyle iyiden gerilmeye başlamıştım. Neyi bilmem gerekti? Bizim işlerimizin ters gitmesiyle benim ne gibi bir alakam olabilirdi ki? Aklımda bir sürü soruyla babamdan bir cevap bekledim.
''Gülüm...''
''Söyle baba.''
''Kızım biri bizimle uğraşıyor.''
''Kim?''
''Rıfat.''
Bu ismi duymaktan artık bıkmıştım. Her taşın altından o çıkıyordu. Tüm hayatımı bana zehir etmeye kararlı gözüküyordu.
''Kızım senin bir suçun yok... Bu iş gönül işleri, zorla olmaz,'' diyen babam beni düşünceli halimden sıyırmıştı. Kendimi toparlamak amacıyla birkaç kesik nefes aldım fakat aldığım her nefes beni toparlamak yerine keskin bir kılıç gibi bedenime batıyordu. Nefes almakta zorluk çekiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...