Tenimde hissettiğim dudakları ile bir anda kendime gelmiştim. Ne yapıyordum ben böyle? Kendimi ondan uzaklaştırmaya çalışarak "Bırak beni," dedim. Benden biraz uzaklaşarak bir eliyle yüzümü kavradı.
"İzin ver artık."
"Asla."
"Seni ne kadar sevdiğimi, istediğimi görmüyor musun?"
Yüzümde acı bir gülümseme oluşmuştu. Ne yazık ki bunların hepsini görüyordum ama ben onu istemiyordum. Onu sevmiyordum... Rıfat'ı her gördüğüm de sanki biri kalbimi deşiyormuş gibi hissediyordum. Onun bana her dokunuşunda biri canımdan can alıyormuş gibi oluyordu. Neden anlamak istemiyordu? İstemiyordum işte. Ben istesem, yüreğim istemiyordu, kabullenemiyordu.
"Sen bende açtığın yaraları görüyor musun? Beni ne hale soktuğunun farkında mısın?"
Eli yüzümden kaymıştı. Benden birkaç adım uzaklaşarak elini ensesine kaydı. Çaresiz görünüyordu. Ben ise çoktan bu evreleri geçmiştim.
"Kalbin niye bana karşı bu kadar katı?"
"Soruyor musun birde?"
"Gülüm..."
"Sen... Sen beni mahvettin Rıfat... Gözümün önünde canın çıksa yine sana karşı olan öfkem soğumaz. Bunu anla artık," dedim ve derin bir nefes aldım. "Mahir... Mahir beni aldatmış olabilir, yüreği başka bir kadına kaymışta olabilir. Onun acısını ben..." dedim ve gözümden akan bir damla yaşa engel olamayarak elim kalbimi buldu. "Ben onu kalbimde kendi kendime yaşarım. Seni ilgilendirmez bunların hiçbiri."
Bir anda kollarımdan tutarak beni sarsmaya başladı. "Sen benim karımsın! Benimsin! Başka bir adam için çektiği acı beni ilgilendirir. Hatta beni ilgilendirmekle kalmaz rahatsızda eder."
"Hastasın sen!"
"Neden sevgime karşı bu kadar kör davranıyorsun?"
Kendimi onun kollarının hükmünden kurtararak ondan birkaç adım uzaklaştım. Sıkılmıştım. Aynı şeyleri tekrar tekrar konuşmak beni bunaltmıştı. İstemiyordum işte. İstemiyordum. Bunun başka bir açıklaması, başka bir tercümesi yoktu ki.
"Sen basit, korkak adamın tekisin."
"Ne?"
Kollarımı onun hükmünden kurtardım. "Korktuğun için beni bu evliliğe zorladın... Basit bir adam olduğun için beni yanında zorla alıkoyuyorsun."
Sözlerim karşısında gerildiğini bedeninden anlıyordum. Elleri iki yanına düşmüş bir halde öfkeden daha da kararmış gözlerle bana bakıyordu. Gözlerinde gördüğüm öfke ile korksam da onun karşısında dirayetli durmaya çalıştım.
Bir şeyler söylemek için ağzını açmıştı ki sonra vazgeçerek benden birkaç adım uzaklaştı. Bir eli çenesini kavrarken umutsuz bir ifadeyle bana bakıyordu. Birkaç dakika öyle kaldıktan sonra "Peki... Sen kazandın," diyerek odadan çıktı. Rıfat'ın odadan çıkması ile dizlerimin üzerine çökmem bir oldu. Canım yanıyordu, etimden et koparılıyordu... Ben nasıl bir hayata mahkum kılınmıştım böyle? Bir yanım uçurum bir yanım bataklıktı. Her türlü yok olmaya mecbur edilmiştim.
5 AY SONRA
Sessizlik, sakinlik dört bir yanımı sarmıştı. Huzur dolu bir beş ay geçirmiştim. Ta ki bugüne kadar... Bugün dönecekti. Bugün huzurum da son bulacaktı.
"Kızım hazırlansana," dedi Dicle anne. Anne... Ona son bir aydır anne demeye başlamıştım. Çünkü bana sahip çıkıyordu. Rıfat beş aydır bu evden uzaktı benim yüzümden ve bir kez olsun bunu benim yüzüme vurmamıştı. Ya da bana tavırlı davranmamıştı. Beni bir gün olsun kızlarından ayırmamıştı. Onlara nasıl davranıyorsa bana da öyle davranmış, onlara ne alıyorsa bana da aynısın almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...