Öfke ve kıskançlıkla kavrulan kalbimi yok saymaya çalışarak odadan çıktım. Rıfat elleri ceplerinde pencereden dışarıya bakıyordu. Üzerin de beyaz gömleği vardı sadece. Tüm bedenini saran gömlek, ne kadar düzgün bir vücudu olduğunu gösteriyordu. Ne garipti... Bir zamanlar adını duymaya tahammül edemediğim adamı şimdi durmuş inceliyordum.
Bir anda onun bana doğru dönmesi ile telaşlı bir şekilde ne yapacağımı şaşırdım. Onu izlediğimi anlamış mıydı acaba? Çehresinde hiçbir ifade barındırmıyordu ki... Anlayamıyordum. Sonra bana doğru yaklaştı, onun her adımıyla içimde hem anlamsız bir öfke hem de garip bir heyecan oluyordu.
Elini uzattı. "Hadi gidelim."
Bir şey söylemeden uzattığı eli tuttum. Bu hayatta artık bu eli tutmaktan başka bir çarem kalmamıştı.
Odadan çıktığımızda herkesin avluda ki masaya yerleşmiş olduğunu gördüm. Güzel bir yaz havası hâkimdi. Rüzgâr adeta sıcak üflüyor gibiydi. Yaz akşamlarını severdim, bana huzuru ve mutluluğu ifade ederdi.
Masaya yaklaştığımız da elimi Rıfat'ın elinden çekmeye çalıştım fakat o daha sıkı tutmaya başladı. Anne ve babası karşısında böyle el ele olmak hoşuma gitmiyordu ama o inatla bu duruma devam ediyordu.
Masada ki yerimizi aldığımız da herkes yemeğine başlamıştı. Yemeklere göz gezdirdiğim de hepsinin de fazlasıyla güzel durduğunu fark ettim. Becerikliydi. Ama bu becerikliliğini burada göstermesi saçma ve gereksizdi.
İsteksizce önümde ki çorbadan birkaç kaşık aldım. Boğazlarımın ağrısı bir yana bir de bu yemeği Eyşan'ın yapmış olduğu gerçeği yememi engelliyordu adeta.
"Kızım yesene bir şeyler..."
Dicle Annenin sesi ile ona doğru çevirdim bakışlarımı. "Yiyorum anne."
"Yemiyorsun Gülüm."
Rıfat öfkeli bir sesle olaya müdahale etme gereği duymuştu. Sakin kalmaya zorlayarak gözlerimi onun kara gözlerine diktim. "Yemem gerektiği kadar yiyorum."
Sözlerim karşısında Rıfat'ın bozulduğunu fark etsem de umursamadan tekrar yemeğime çevirdim bakışlarımı. Bu konuşmadan sonra yemek sessizlik içinde geçmişti. Benim gerginliğim herkesin dikkatini çekmişti.
Yemeklerden sonra çay için herkes bahçede ki sedirlere geçti. Hiç canım o kalabalığa girmek istemese de Rıfat ile yeni bir tartışma tufanına girmemek adına bende sedirlere geçtim. Erkekler bir kısma toplanırken, bayanlarda başka bir kısımdaydı. Bugün benim dışımda herkesin neşesi yerinde, herkesin yüzünde bir gülümseme mevcuttu. Ben ise kendi kendimi yemekle, kendi iç hesaplaşmalarımla uğraşmakla meşguldüm.
Gözüm yeşiller içinde ki Eyşan'a kayınca onu incelemekten kendimi alıkoyamadım. Gözleri ile elbisesi güzel bir bütünlük oluşturuyordu. İçimi kaplayan huzursuzlukla birlikte gözlerimi ondan zorlukla çektim. Herkes eğlenip, sohbet ederken ben ne kadar da yabancı kalmıştım bu ortama...
Derin bir nefes alarak oturduğum yerden kalktım. Benim ayaklanmam üzerine Dicle Hanım'ın bakışları direk beni buldu.
"Gülüm ne oldu kızım?"
"Biraz rahatsızım anne..."
"Yemekte yemedin... Git dinlen kızım."
Yüzümde zorlama bir gülümseme ile yanlarından ayrıldım. Her adımım da hem özgürlüğüme hem de hapishaneme gidiyordum.
Odaya girmemle bir anda kapı sertçe açıldı ve aynı sertlikle kapandı. Arkamı döndüm. Karşımda öfkeli bir Rıfat vardı.
"Amacın ne senin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...