O şifasını bende belamı bulmuştum. Hayat hiç adil değildi. Ben sevdiğim adamla ilgili hayaller kurarken hepsi bir anda yıkılıvermişti başıma. Üstelik bu hayalleri başıma yıkan adama bir ömür mecburdum.
''Çok dalıyorsun.''
''Yasak mı?''
''Yasak desem dinleyecek misin?''
''Hayır.''
''O halde rica diyelim.''
Rıfat farkında değildi sanırım hala. Onun ricası bile bana bir emir cümlesi gibi geliyordu. Hatta mümkünse benden değil ricada bulunmak, benimle tek kelime bile konuşmasını istemiyordum. Onun sesini duymak ruhumu boğuyor, ömrümden ömür çalıyordu adeta.
Benim onu cevapsız bırakmam üzerine aksi bir ses tonuyla ''Hep böyle mi olacak?'' diye sordu. Bu soruyu ne anlamda sorduğunu anlasam da, anlamıyormuş gibi davranarak ''Ne?'' diye sordum.
''Hep bana böyle soğuk mu olacaksın? Ağzından çıkan her kelime bana nefret mi kusacak?''
Onun ardı ardına gelen soruları üzerine gülümsememe engel olamadım. Derin bir nefes aldım.
''Sen bir ölüyle evleniyorsun... O yüzden fazla bir şey bekleme.''
Cümlemin bitmesi ile kısa bir an bakışları bakışlarımı buldu ve tekrar yola çevirdiğinde gözlerini, kendinden emin bir sesle ''Çıkmadık candan umut kesilmez,'' dedi. Bu cümle benim bitiş noktam olmuştu. Ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim bu adam karşısında etkisiz kalıyordu.
Sessizliğin hâkim sürdüğü on dakika sonunda arabayı hafif salaş bir yerin önünde durdurmuştu. Bir şey söylemeden arabadan indiğinde gayriihtiyari bende onunla birlikte arabadan indim.
İçeriye doğru yürüdüğümüz de bir anda elimi tutmuştu. Bedenimin kasılmasına ve elimi çekmeye çalışmama engel olamadım. Bu durum onu daha çok sinirlendirmiş olacak ki elimi tutan eli daha sıkı tutmaya başlamıştı. En sonunda dayanamayarak ''Elimi bırak,'' diye mırıldandım.
''Sebep?''
''Ayıp,'' diyerek aklıma gelen en mantıklı bahaneyi öne sürmüştüm.
''Sen benim namusumsun... Benim karımsın... Bana ayıp değil.''
''Ben senin karın değilim.''
''Yakında olacaksın.''
Elimi elinden kurtarmaya çalışarak ''O halde karın olduğum zaman elimi tutarsın,'' diye açık bir öfkeyle tısladım. Benim sözlerim karşısın da bir anda yürümeyi bırakarak bana doğru döndü.
''Bana meydan okuma.''
''Ben bir şey yapmıyorum.''
''Sen çok şey yapıyorsun da farkında olmak istemiyorsun güzelim.''
''Elimi bırak.''
''Bırakmazsam?'' demişti ki tüm hıncımla elimi onun elinin esaretinden kurtardım. Tekrardan elimi tutmasını önlemek amacıyla ellerimi üzerimde ki yazlık paltonun ceplerine soktum.
İçeriye girdiğimiz de kulağımda onun ''Kaç bakalım... Nereye kadar kaçacaksın...'' sözleri çalındı fakat bu sözler karşısında yüreğimde oluşan korkuyu bastırmaya çalışarak onu duymamış gibi davrandım.
İçeriye adımımızı atar atmaz orta yaşlarda bir adam karşıladı bizi.
''Hoş geldiniz Rıfat Bey'im.''
''Hoş bulduk ustam... Var mı boş yerin?''
''Boş yerde soru mu? Başımınız üzerinde yerin bar.''
''Eyvallah,'' diyen Rıfat adamın bizi yönlendirdiği masaya doğru ilerledi. Tıpkı bir alışkanlıkmış gibi bende onu takip etmiştim. Fark ettiğim bu gerçek fazlasıyla canımı sıkmıştı. Ben değil Rıfat'ın alışkanlıklarına, Rıfat'a dahi alışmak istemiyordum.
Masaya yerleştiğimizde Rıfat ''Ortaya bir kavurma getirsene usta,'' dedi. Adam hızlı bir şekilde başıyla onaylayarak yanımızdan uzaklaşmıştı.
''Asma şu güzel yüzünü.''
''Bir ömür göreceğin yüz bu alışsan iyi edersin.''
''Olsun... Yanımda ol da...''
O en kötü halime bile yanında olduğum için razı gelirken ben onun en iyi haline dahi bir saniye bile dayanamıyordum.
Sonrasında ne o konuşmuştu ne de ben. Benim bakışlarım masaya gelen kavurmanın üzerindeyken onun bakışları da benim üzerimdeydi. Sadece yemek yediğimiz süre boyunca bakışlarını benim üzerimden çekmişti.
Yemekten sonra masaya gelen semaver çayıyla Rıfat'ın bakışları da tekrar beni eser almıştı. Onun bakışlarının eziciliği ile çayımdan zora ki bir yudum alabilmiştim.
''Benim yanımdayken neden bu kadar gerginsin?''
Bu da soru muydu? Ondan nasıl nefret ettiğimin farkında değil miydi? Yüreğimde öyle büyük acıların ekilmesine neden olmuştu ki... Onun yanındayken sadece gergin olmakla kalmıyordum. Midem bulanıyordu. Dayanamıyordum varlığına.
''Hayatımı ellerimin arasından alıyorsun...''
Elini kaldırdı ve ''Orda dur işte... Ben senin hayatını ellerinin arasından almıyorum, ben senin hayatın olmaya çalışıyorum,'' dedikten sonra elini masanın üzerinde durun elimin üzerine bıraktı. O an elimi ateş değmiş gibi çekmiştim. Benim bu davranışım karşısında onun çehresi kaskatı kesilmişti. Masanın üzerinde ki eli yumruk halini almıştı.
''Yapma şunu Gülüm... Benden kaçma!''
''Kalkabilir miyiz artık?''
''Çayını bitirmedin.''
''Babam kızar.''
''Baban kızmaz... Ama sen daha fazla bana dayanamıyorsun sanırım.''
Tam olarak böyleydi. Dayanamıyordum ona. Nasıl dayanabilirdim ki? Yıllardır beni korkuyla yaşatan bu adam şimdi kocam olacaktı. Ben buna nasıl dayanacağımı bilmiyordum.
Oturduğum yerden kalkarak çıkışa doğru yürüdüğümde onun hesabı ödüyor olduğunu gördüm. Bekleme gereği duymadan kapıyı açarak hafif kararmış gökyüzüne gözlerimi dikerek, derin bir nefes aldım. Yürümek için adımı atacaktım ki karşımda gördüğüm kişiyle olduğum yerde durmak zorunda kaldım. Mahir'in burada ne işi vardı?
Korku ve heyecanla zoraki bir nefes alabildim. Gözlerim onun gözlerini bulduğunda orada gördüğüm saf öfke titrememe neden olmuştu. Onun bakışları bakışlarımdan yan tarafıma doğru kaydığında ben de gayriihtiyari yanıma baktım. Rıfat yanı başımdaydı! Allah'ım bu nasıl bir sınavdı? Yanımda olması gereken adam karşımdayken, karşımda olması gereken yanımdaydı. Dayanamıyordum ben. Gözlerimi zorlayarak gözyaşlarını akıtmamak için kendimi sıkmaktan bedenim kaskatı kesilmişti.
Bu eziyetin daha fazlası olamaz derken belime sarılan elle bağırmamak için dudaklarımı ısırmak zorunda kaldım. Artık emindim. Bu adamla geçireceğim her saniye boyunca yaşayacağım eziyetin dozu da o kadar çok artacaktı.
-
İyi akşamlar arkadaşlar. Elimden geldiğince hızlı bir şekilde bölümü yazmaya çalıştım :) Sizlerde rica ediyorum yorum ve beğenilerinizi eksik etmeyin...
İnstagram hesabım : dilekyelomi takibi unutmayalım :))
Seviliyorsunuz ♥
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...