Acının bir tarifi olmadığını ancak gerçekten bir acı yaşadığında anlıyordu insanoğlu. Son günlerde yaşadığım durum bunun açık bir göstergesiydi. İçimde kopan fırtınaları, kanayan yaralarımı bir türlü anlatamıyordum. Acının büyüklüğünü kıyaslayabilecek hiçbir şey bulamıyordum. Ben her geçen gün ilmek ilmek çürüyordum adeta.
Bugün gelinlik bakmaya gidecektik... Oysa ben kefeni daha çok yakıştırıyordum kendime bu durumda. Son bir hafta kalmıştı. Hayatımın karanlığa gömülmesine, sevdiğim adamı sonsuza dek kaybetmeme tam tamına yedi gün kalmıştı.
Telefonumu o adamın beni istemeye geldiği günden bu güne hiç açmamıştım. Mahir'in beni arayıp aramadığını bile bilmiyordum. Bir hafta olmuştu ve neredeyse tüm tanıdıklar öğrenmiş, düğün için davetler başlanmıştı. Onunda duyduğuna emindim. Bu bir hafta içerisinde dışarıya da çıkmadığım için onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum.
''Gülüm,'' diye seslenen annemin sesi ile kendimi toparlamaya çalışarak kapıya doğru ilerledim. Annem üzerini giyinmiş bir halde beni bekliyordu. Bir şey söylemeden onunla birlikte dışarı çıktım.
Rıfat ve annesi arabadan inmiş bizi bekliyordu. Annesine sadece kibarca gülümsemekle yetinip, arabaya binmelerini beklemiştim ki Dicle Hanım, annemin koluna girerek varlığını bile yeni fark ettiğim arka tarafta ki siyah arabaya götürdü.
''Bin Gülüm.''
Ağzıma gelen tüm kötü sözleri yutmaya çalışarak onun arabasına bindim. Kalbim ağzımda atıyordu. Bu heyecandan falan değildi. Korkudandı... Bu adam beni korkutuyordu. Yüreğimi boğuyor, gözlerime siyah perdelerin inmesine neden oluyordu...
''Bugün de o gün değil.''
Ne gününden bahsettiğini bilmiyordum, merakta etmiyordum. O yüzden değil ona bir şey sormak yüzümü ondan tarafa bile çevirmemiştim. Fakat o sanki ben ona ne demek istediğini sormuşum gibi açıklama girişiminde bulunmuştu.
''Bugün de bana gülümsemiyorsun, yüreğin de yer edinemedim... Her gün sabırla bekleyeceğim...''
Susacaktım. Bir haftadır kendi kendime tekrar ettiğim buydu ama susamıyordum. Sabır noktamın sonundaydım. Dayanamadım.
''Başkasını seven bir kadından medet ummak adamlığın neresine sığıyor?''
Sorumun ardından bir anda araba hızlanmaya başlamıştı. Yüreğime oturan korku her geçen saniye biraz daha artsa da belli etmemeye çalışarak, sessizliğimi korudum.
Bir süre sonra araba eski hızına dönerken bende rahat bir nefes almıştım ki onun sözleri ile aldığım nefes boğazımda düğümlendi.
''Bir daha o adamı sevdiğine dair ağzından tek kelime duymayacağım... Aksi takdir de verdiğim tüm sözler yerle bir olur.''
Bu adam... Bu adam şeytandan bile daha kötüydü. Beni kendine mecbur bırakmak için dünyayı bile yakabilirdi.
''Ağzımdan çıkan kelimelere engel olabilirsin de kalbimden geçenleri ne yapacaksın? Ben o adamı sevmediğimi dille söylemesem de kalbimde ki yerini nasıl sileceksin?''
Arabayı ani bir frenle durdurarak öfkeyle yumruklarını direksiyona geçirdi. Birkaç dakika öfkesini dizginlenmeye çalıştıktan sonra bana doğru dönerek, ifadesiz bir yüzle ''Ben değil... Sen sileceksin. Onu sen kalbinden silmediğin takdir de ben onu yeryüzünden sileceğim,'' diye tehdit ettikten sonra arabayı tekrar çalıştırdı.
Yolun geri kalanı sağır eden bir sessizlikte geçti. Onun sözleri zehirli bir ok gibi kalbime saplanıp, tüm bedenimi zehirliyordu. Yavaş yavaş canımı alıyordu. Lanet olsun ki bir ömür boyunca her gün bu adamdan kurtulmak için ölümün gelip beni almasını bekleyecektim. Her gün bu adamın diliyle kalbim, dokunuşlarıyla bedenim kirlenirken ölümden başka ne kurtarabilirdi ki beni?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...