Odanın kapısının çalınması ile beni bırakarak yataktan kalkmıştı. Kapıyı açtığında uzatılan ufak tepsiyi alarak tekrar kapıyı kapattı. Camın önünde olan sedirin üzerine bırakarak bir tarafına oturdu.
''Geç karşıma.''
Canım değil kahvaltı yapmak tek damla su bile içmek istemiyordu. Kaldı ki bu adamla birlikte hiçbir şey yapmak istemiyordum.
''Gülüm... Geç karşıma.''
Tüm öfkemi yutmaya çalışarak oturduğum yerden kalkarak sedirde onun karşısında oturdum. Benim oturmam ile çehresinde silik bir gülümseme oluşmuştu.
''Beni zorlama olur mu Gülüm?''
Hiçbir şey söylemeden boş gözlerle ona bakmakla yetindim sadece. O ise sanki onu onaylamışım gibi keyifli bir ifade ile tepsiden bir dilim ekmek alarak terayağı sürdü ve üzerine de bal sürerek bana doğru uzattı. Benim hareketsiz kalmam üzerine ekmeği dudaklarıma yaklaştırdı.
''Benim yedirme mi tercih edersin?''
''Aç değilim.''
''Aç mısın diye sormadım.''
''Aç değilim.''
''Gülüm zorlama beni.''
''Aç değilim.''
''Sabrımın sınırlarını zorluyorsun.''
Sabırdan mı bahsediyordu bu adam? Benim hayatımın içine etmişken benden hiçbir şey olmamış gibi onunla karşılıklı oturup kahvaltı yapmamı bekleyecek kadar kafayı yemişti.
''Beni öldür.''
Benim sözlerim üzerine elinde ki ekmeği tepsiye bıraktı. Çehresi kasılmıştı. ''Bu kadar çok mu ölmek istiyorsun?''
''Senin yanında, senin karın olarak her gün ölmektense bir kere ölmeye razıyım.''
''Gülüm...''
''Sen başkasına ait bir kadını kendine zorunlu kılmaya çalışıyorsun...''
Sözlerim üzerine bir anda eli çenemi buldu ve sıktı. ''Bir daha bunu söylemeyeceksin!''
''Yalan mı? Ben başkasına aitim... Ama sen o kadar gurursuz bir adamsın ki bunu bile önemsemedin.''
Çenemde ki eli öfke ile her saniye biraz daha kasılırken gözlerinde gördüğüm acı biraz olsun içimin soğumasını sağlamıştı. Benim hayatımı mahvederken hiçbir şey olmayacağını sanmak onun aptallığıydı. O benim hayatımı benden rahatlıkla çalabildiyse ben de onun hayatını hiç düşünmeden mahvedebilirdim.
''Sen... Sen sadece bana aitsin ve bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecek! Aklına bunu kazı,'' diyerek çenemi bıraktı ve kapıyı çarparak odadan çıktı. Onun çıkması ile biraz olsun nefes alabildiğimi hissetmiştim. Rıfat buradayken her şey siyahlaşıyordu. Yaşam büyük bir kabusa dönüveriyordu.
.....................................
Bir hafta geçmişti... Acı dolu, gözyaşları ile ıslanan tam tamına bir hafta geçmişti. Salonun camından dışarıda ki yağmura bakıyordum. Yağmurn damlaları tek tek camdan düşüyordu... Tıpkı benim de her gün yaşamdan biraz daha uzaklaşmam gibi...
''Gülüm...'' diyen sesle bakışlarımı camdan Dicle Hanım'a doğru çevirdim. Her zaman ki gibi yüzünde anaç bir ifadeyle bana bakıyordu. Böyle bir kadından Rıfat gibi bir adam nasıl olabilmişti aklım almıyordu.
''Efendim Dicle Hanım...''
Yüzü düşmüştü. Neden yüzünün düştüğünü çok iyi biliyordum ama elimde değildi. Ona anne diyemezdim. Dicle Hanım'a anne dediğim anda bu evliliği en çokta Rıfat'ı kabul ettiğim anlamına gelirdi ve benim ne bu evliliği ne de Rıfat'ı kabullenmek gibi bir düşüncem yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...