Bizim ki yürek yakan bir sınavdı. Canından can gidiyordu ama işte gururun ve kızgınlığın her şeyin önüne bir set kurmana neden oluyordu.
Onun kokusunu almadan, onun gözlerine bakmadan uyandığım ilk sabahtı bu. Ondan nefret ettiğim günlerde bile kokusu kokuma karışarak uyanmışken şimdi ondan böylesine uzak olmak canımı yakıyor, nefesimi kesiyordu. Bir yanım git onu sevdiğini söyle, ondan başkasının umurunda dahi olmadığını anlat, sevdan uğruna savaş diyordu. Bir yanım ise onun bana inanmıyor oluşuna katlanamıyordu. Ben ondan nefret ederken de bunu saklamamıştım ki... Onu istemediğim de saklamamıştım... Şimdi ise onu sevdiğimi saklamak istemiyordum ama... Amalar vardı işte. Böyle her cümleyi en can alıcı noktasından bölen, parçalayan.
Yataktan kalkmam gerekti ama kolumu bile kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum. Tek yapmak istediğim bütün gün bu yatakta ağlamak ve uyumaktı. Derdime madem merhem bulamıyordum bende derdimi böyle dışa vururdum. Aşağıya inip hiçbir şey olmamış gibi davranamazdım. Zaten anlamışlardır da. Rıfat'ın yokluğunun tek sebebi ben olabilirdim bu evde.
Zorda olsa yataktan kalkmayı başarmıştım. Aynanın karşısına geçtiğimde gördüğüm manzara şaşırtmamıştı beni. Morlaşmış gözaltları, soluk bir ten...
Banyoya girerek hızlı bir duş aldım ve üzerime günlük kıyafetler giyerek aşağıya indim. Herkes kahvaltı masasında ki yerine oturmuş, çayların gelmesini bekliyordu. Bende yerime geçtiğim de Rıfat'ın varlığını yok saymaya çalıştım. Fakat gözüm istemsizce ona kaydığında onun da en az benim kadar kötü bir halde olduğunu fark etmiştim.
Böyle olmaması gerekirdi. Onun bana inanması gerekirdi. O bana inanmazsa hiçbir şeyin anlamı yoktu ki... O değil miydi biz olabileceğimize beni inandıran? Şimdi niye inanmıyordu bana? Derin bir nefes aldım. Düşünmemeye çalıştım. Düşündükçe canım yanıyordu sanki tüm kaburgalarım kırılıyormuş gibi hissediyordum. Ah, be adam bana neler yaptın sen böyle? Ben bir zamanlar acı çektiğime inanırken acının gerçeğini sen tattırdın bana.
Hiçbir şey yemeden masadan kalkmıştım. Normalde fark edilecek olan bu durum bugün nişan heyecanı yüzünden fark edilememişti. Diğer kadınların yanına giderek nişan için yapılacak olanlara yardım ettim biraz. Kafamı dağıtmam gerekti. Her an ağlamaya hazır olan o içimde ki kız çocuğunu susturmam gerekti.
Hazırlıkların bitmesine yakın Dicle Anne hepimizi odalarımıza hazırlanmaya göndermişti. Odaya girdiğim de gördüğüm karşısında birkaç saniye öylece olduğum yerde durdum. Rıfat siyah takımı için de her zamankin den daha yakışıklı görünüyordu. Bakışlarında fark ettiğim soğukluk ile bu saniyelik kapıldığım büyü bozuldu. Kapıyı kapatarak dolaptan giyeceğim kıyafeti aldım ve ona bakmadan hızlı adımlarla banyoya girdim.
Birkaç damla gözyaşını serbest bırakarak duşa girdim. Su bedenimden aktıkça, gözyaşları da yüzümden akıyordu. Mutluluk bir balon gibiydi işte benim hayatımda. Her an en ufak etken de patlamaya hazır bir balon gibi...
Rahatlamak adına bir on dakika daha suyun altında oyalandım ama hiçbir şekilde rahatlayamıyordum. Bedenim hala fazlasıyla gergin, ruhum fazlasıyla yaralıydı. Sudan çıktıktan sonra durulanarak nişan için aldığım kıyafeti giyindim.
Banyodan çıktığım da onu karşımda görmeyi beklemiyordum fakat o eli ceplerinden camdan dışarıyı izliyordu. Odaya girer girmez onun sesi kulaklarıma doldu.
"Kimse aramızda olan biteni bilmiyor... Aşağı inmek için seni bekledim bu sebepten."
Bu sözler daha çok canımı yakmıştı. Mecburiyetten beni beklemişti. Ona cevap vermeden aynanın karşısına geçtim ve parfümümden sıkındım. Hızla saçlarımı kurutarak gözüme kalem ile rimel çektim. Elbiseme uyumlu şalımı da başıma geçirerek aynada ki yansımama baktım ve o an onun bakışları ile kesişti bakışlarım. Bu sefer soğuk değil daha farklı bakıyordu. Gözlerimiz birbirine kenetli bir haldeyken yavaş adımlarla yanıma geldi
Elleri ceplerinde, anlamlandıramadığım bakışlarla beni esir almıştı.
"Mutlu musun?" diye sordu soğuk bir sesle. Sanki her şeyin suçlusu benmişim gibi.
"Bana inanmayarak sen mutlu musun?"
"Mutlu değilim ben."
Bende değildim. Onsuz olmaktan hiç ama hiç mutlu değildim. Ama bunu ona söylemek istemiyordum. "O halde neden? Neden inanmadın bana?"
"Çünkü seni çok fazla seviyorum."
Bu bir neden değildi ki. Bu... Bu durumun açıklaması olamazdı. Güven ve sevgi birbirine bu kadar zıt düşemezdi.
"Bu bir neden değil..."
"Anlamayacaksın."
"Neyi?"
"Bir insanı kendinden fazla sevmenin yaşattığı duygu karmaşasını anlamayacaksın hiçbir zaman."
"Bu şekilde kırıp dökmek mi senin sevmen?"
Kolumdan tutarak beni hızla kendine doğru çekti. "Kıskanıyorum anlıyor musun? Seni kendimden bile kıskanıyorum ben."
Bu sözler dışarıdan bakılınca belki fazla büyüleyiciydi. Kıskanılmak sonuçta her kadının hoşuna giderdi ama suçlanmak varsa işin ucunda işte orada dur demek gerekirdi. Ben sadece kıskanılmamış aynı zamanda suçlanmıştım. Yapmadığım bir şeyin bedelini ödetmeye çalışmıştı bana.
"Sen sadece kıskanmakla kalmadın. Aynı zamanda beni suçladın da."
"Öyle bir yerdesin ki gönlüm de Gülüm... Elimde değil. Belki hastalık bu... Belki aşırı sevmek... Dayanmıyorum... Sana dokunurken, dokunana elimi, tenini öpen dudaklarımı kıskanıyorum..."
"Kırıyorsun..."
"Biliyorum... İstemiyorum seni kırmak, senin yüzün hiç asılmasın istiyorum."
"Ama yüzümü asan yegâne neden sensin?"
Boşta olan eli yüzüme kaymıştı. Hafifçe okşadı yanağımı. Eli yanağımı okşarken bakışları gözlerimi, sözleri kalbimi okşamaya başlamıştı.
"Seni çok seviyorum be Gülüm... Anlatmaya kelimelerim yetmiyor... Bu sevda yüreğimi yakıyor, canımı acıtıyor..."
Benimde canım yanıyordu. Ama ben onu kırmak istemiyordum. Onunla böyle olmak istemiyordum fakat... Yoktu işte gerisi. Hep bir gözyaşı, hep bir acı vardı.
"Sende benim canımı yakıyorsun."
"Gülüm..." dedi ve dudakları şakağıma değdi. "Seni öyle çok seviyorum ki uğruna dünyayı feda edebilirim..."
"Beni kırma..." diye mırıldandım. "Bana inan... Ben sadece bunları istiyorum..."
"Özür dilerim," dedi ve yüzümü iki eliyle kavradı. "Özür dilerim güzelim... Affettireceğim kendimi..."
Affettirmesi gerekiyordu. Buna ihtiyacım vardı. Onu affetmek istiyordum. Onu daha fazla sevebilmek için onu affetmem gerekiyordu ve bunu ancak o yapabilirdi. Ancak o kendini affettirebilirdi. Buna ihtiyacım vardı. Benim bu adama ihtiyacım vardı.
"Rıfat..." dedim heyecanla. Bunu ona söylemek istiyordum artık. Bilmesi gerekti. Nasıl nefretimi her zaman söylemiş, aklına kazımışsam bunu da söylemem gerekti. Aklında ki nefretin yerini sevgimin almasını sağlamalıydım.
"Söyle güzelim," dedi.
"Ben..." dedim güç almak istercesine onun kollarına tutundum. Bunu söylemek zor olacaktı ama söylemem gerekti. "Ben seni sevmeye başladım Rıfat..."
-
Arkadaşlar uzun bir zamandır bölüm ekleyemiyorum çünkü uzun zamandır yazacak bir zamanım olmadı. Olsa gerçekten yazardım. Lütfen anlayışınıza sığınıyorum.
Kısa oldu farkındaydım... Uzun zaman oldu diye yayınladım...
İnstagram hesabım : dilekyelomi takibi unutmayalım...
Seviiliyorsunuz. ♥
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...