Biraz heyecan biraz da rahatlama ile oturduğum yerden kız isteme merasimini izliyordum. Eyşan kahveleri dağıtırken bir saniye dahi gülümsememişti. Adeta bu durumu istemediğini, kabul etmediğini belli eden bir ifade takınmıştı. Fakat bu ifade ve durumu burada ki herkes anladığı halde anlamamış gibi davranmayı seçmişti. Bu durum içimde bir acıma duygusu oluşmasına neden olsa da sonradan hızla bu duygu yok olup gitmişti. Şu an hissettiğim şeyler bencilce dursa da elimde değildi. Bu kadın benim için büyük bir tehlike oluşturuyordu. Elbette ki böyle zoraki bir şeyin içinde olmasını istemezdim ama bunun için benim elimden gelen bir şey yoktu. Hem ona soruldu diye biliyordum ben.
Eyşan ve damadın ayaklanması ile bende düşüncelerimden sıyrılarak onları izledim. Damat yani Fırat da Eyşan gibi suratını asmış bir halde yüzüklerini takacak olan babasına bakıyordu. Fırat'ı görmeden önce, kimse Rıfat kadar sert bir çehreye sahip olamaz derdim ama bugün görüyordum ki Fırat da en az Rıfat kadar sert ve acımasız bir çehreye sahipti.
Yüzükler takılırken istemsizce gözüm Eyşan'a takıldı. Kendime inkâr etmekten kaçınsam da bu kadın çok güzeldi. Özellikle o yeşil gözleri insanı içine alıp yok ediyordu. Belki Rıfat benimle evlenmeseydi... Bu düşüncenin devamını getiremedim. Rıfat'ı benden başka bir kadınla değil hayal etmek, düşünemiyordum bile.
Bu kız isteme olayı çok değişik olmuştu. Eyşan'ın ailesinden kimse yoktu ve onu Rıfat'ın babasından istiyorlardı. Bunun nedenini merak etsem de daha sonra Rıfat'a sormak için aklımın bir kenarına not ettim.
Yüzükler takıldıktan sonra herkes keyifli bir şekilde sohbete dalmıştı. Arada sırada ben de bu sohbete dâhil olsam da yorgun düşen bedenim uykuya dalıyordu arada. Yine daldığım bir an onun sesini duydum.
"Güzelim..."
"Rıfat," dedim ve uykudan mahmurlaşmış gözlerimi zorlukla açarak etrafıma baktım. Herkes yavaş yavaş dağılıyordu.
"Hadi odamıza git sen... Ben de geliyorum birazdan," dedi ve şakağıma bir öpücük bırakarak benden uzaklaştı. Yüzümde oluşan aptal bir gülümseme ile oturduğum yerden kalkarak odamıza doğru ilerliyordum ki karşımda Eyşan belirdi. Gözleri öfke ve kin kuşanmıştı. Yüzümde ki gülümseme yerini ilk başta şaşkınlığa bıraksa da sonrasında kendimi toparlayarak bu ifadeyi yok ettim.
"Mutlu musun?" diye sordu ağlamaklı çıkan bir ses tonuyla.
"Mutlu olmamam için bir sebep yok."
"Benden kurtuluyorsun."
"Senden kurtulmamı gerektirecek bir konu mu vardı?"
"Rıfat'ı sevdiğimi biliyorsun."
Bunu duymak beni fazlasıyla rahatsız etse de kendimi sakin tutmaya çalışarak "Sen nişanlı bir kız sayılırsın Eyşan... Kendini zor durumda bırakacak şeyler söyleme."
Sözlerim karşısında yüzü kararmıştı. Gözlerinin dolduğunu görebiliyordum ama beni o kışkırtmıştı.
"Gülüm..." diyen sesle hafifçe sendeledim ve yanımda beliren kocama baktım. Anlamamış gözlerle bir gözleri dolu olan Eyşan'a bir de bana bakıyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışır gibi bir hali vardı.
"Tekrardan hayırlı olsun Eyşan... Allah tamamına erdirsin," dedim ve Rıfat'a doğru dönerek, üzerimde ki tüm gerginliğe rağmen hafifçe gülümsedim. "Hadi uyuyalım artık."
Rıfat sadece başını sallamakla yetinip benim elimden tutarak odaya doğru çekti. Eyşan'ın arkamızdan baktığını fark etmiştim. İçim de hem öfke hem de acıma duygusu birbiri ile yarışır konumdaydı. Kıskançlık zaten had safhalardaydı.
Odaya girdiğimiz de Rıfat elimi bırakmayarak beni kendine doğru çekti. Eli, elimden belime doğru kayarken bakışları az önce olan bitenleri sorar gibiydi.
"Seni sevdiğini söyledi," dedim kıskançlığımı gizlemediğim bir sesle.
"Hım..."
"Hoşuna gitti galiba?"
Gözleri kararmıştı ve belimi tutan eli daha sıkılaşmıştı. "Saçmalama Gülüm... O kadın artık nişanlı sayılır... Onun bunları söylemesi kendi ayıbı..."
Yüzüm düşmüştü. Haklıydı Rıfat. Kıskançlık dilime zehirli bir ok gibi yayılıyordu. Kendimi frenlemem gerekti artık.
"Özür dilerim..."
"Özür dileme canım..." dedi şefkatini gizlemediği bir sesle. "Sadece artık kafandan at bu düşünceleri... O kız gidecek çok yakında."
İçimi rahatlatan da buydu. O gidecekti ve ben biraz olsun rahata erecektim. Başımı salladım. Şu an konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Sonra onun dudakları boynuma doğru bir yol çizdiğin de inlememe engel olamadım. Bu adam benim aklımı başımdan alıyordu.
"Bana ne yaptın böyle?" diye sordum pelte kıvamına gelmiş bir sesle.
"Sen yıllar önce bana ne yaptıysan onu..."
Bu cevap karşısında hafifçe gülümsedim. Onun yıllardır beni seviyor olması kendimi iyi ve fazlasıyla değerli hissetmeme neden oluyordu. Kadınca bir şeydi sanırım bu.
Boynumda ki dudakları göğüs kısmıma geldiğin de artık nefesimi tutmuş bir halde ona bakıyordu. Onun gözlerinde ki yoğun arzu kanımı kaynatıyor, nabzımı arttırıyordu. Bu adam her anlamda beni mahvediyordu.
"Uykun var mı hala?" diye sordu hafif alay dolu bir sesle.
"Uyku mu bıraktın?"
"Şikâyetçi misin?"
İstemsizce kaşlarımı çattım. Bu adam kör müydü? Beni ne hale getirdiğinden bu kadar habersiz olamazdı herhalde.
"Kollarında erimiş bir haldeyim... Ve sen bana bu soruyu soruyorsun."
Gülümsedi. O gülümsedi ben eridim. Bir adam bu kadar güzel gülümsememeliydi. Burnunu göğüs oluğuma sürttü. Tüm tüylerim diken diken olmuştu.
"Bu koku... Sadece bana özel... Sadece benim duyumsayacağım bir koku..." dedi ve başını kaldırarak yanağım ve dudağımın arasında ki o küçük mesafeye dudaklarını yerleştirdi. "Bu ten... Benden başkasına haram, benden başkasına azap olmalı."
Onun her sözüyle benim kalbimin ritmi değişiyor, artık ayakta durmakta güçlük çeker hale geliyordum. Ben, artık onun karşısında kendimi kaybeder hale gelmiştim. Ellerimi saçlarının arasından geçirirken onun bedeninin sıcaklığı ile kendimi ait olduğum yerde hissediyordum. Benim ait olduğum yer onun kollarından, onun sıcaklığından başka bir yer değildi.
-
İyi geceler arkadaşlar :) Bölüm beklediğinizi biliyorum... İnşallah beklediğinize değmiştir :) Yorumlarınızı bekliyorum...
Herkese Hayırlı Ramazanlar dilerim... Birlikte nice Ramazanlara inşallah :)
İnstagram hesabım : dilekyelomi takibi unutmayalım :)
Seviliyorsunuz... ♥
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...