Her yanım boşluk, her yanım karanlıktı. Gün benim için bir haftadır doğmayı unutmuştu. Şu bir haftaya kadar yaşadıklarımın üzerin de bir şey yaşayamam derken başıma gelenler büyük konuşmamam gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştı bana.
Bir zamanalar gözünü üzerimden ayırmayan adam şimdi ben yokmuşum gibi davranıyordu. Çoğu gece eve bile gelmemişti doğru düzgün. Hoş geldiğinde de sadece sabahları üzerini değiştirmek için odaya giriyordu o kadar. Evde ki herkes bu gerginliğin farkındaydı ama kimse bir şey sormaya cüret edemiyordu. Bu durum açıkçası işime geliyordu. Kimseye bir açıklama yapacak gücü kendimde bulamıyordum.
Aynada ki yansımama baktım. Kendimi tanıyamıyordum. Gözlerim feri gitmiş, altları morarmıştı. Bedenim gün geçtikçe biraz daha zayıflıyordu. Kalbim... O çoktan yok oluşa doğru sürüklenmişti.
Güç almak istercesine derin bir nefes aldım ve odadan çıktım. Avluya çıktığımda herkesin çoktan kahvaltı masasında ki yerini almış olduğunu gördüm. Ortamda neşeli bir muhabbet vardı. Hatta... Rıfat bile gülüyordu. Üstelik gülerken baktığı kişi Eyşandı! Kalbim de bir sızı meydana geldi. Ayaklarım geri gitmek istese de zorlukla dikleştirdiğim başımla masada ki yerime geçtim. Beni gören herkes bir sessizliğe gömülüp kahvaltısına devam ettiler. Bu durum canımı yakmıştı. Sanki bu eve kasveti taşıyan benmişim gibiydi.
Sessiz bir şekilde tabağıma az bir şekilde kahvaltılık bir şeyler alarak zorlukla yemeye çalıştım. Kendimi berbat hissediyordum. Yaşamak için sebeplerim tükenmiş gibiydi adeta. Titreyen ellerimle çay bardağını tutmuştum ki elimden kayıp düşmesi ile paramparça oldu bardak. Üstelik şekersiz çay üzerime dökülerek, yakmıştı beni. Bana çevrilen bakışlar altında yanan elimin ve karnımın ağrısını umursamadan oturduğum yerden kalkarak kırık cam parçalarını toplamaya çalıştım. Bir yandan da "Özür dilerim," diye mırıldanmıştım.
"Kızım elin," demesiyle Dicle annenin gözüm elime kaydı. Bardak kırıldığında cam parçaları elime batmıştı ve kanıyordu. Bir yandan yanık ağrısı bir yandan kesiğin verdiği acı ile gözlerim doldu. Acıyı yok saymaya çalışarak devam ediyordum ki Dicle anne hemen yanıma gelerek "Bırak kızım... Çok yandın mı?" diyerek beni kaldırdı. Karnım da ki ağrı biraz daha artarken artık gözümden akan yaşa engel olamamıştım. İki büklüm bir haldeydim.
Dicle anne koluma girerek beni odaya doğru sürüklerken bir yandan da "Doktoru arayın hemen gelsin," diye bağırmıştı.
Odaya girdiğimiz de artık gözümden akan yaşların haddi hesabı yoktu. Dicle annenin yardımı ile üzerime neredeyse yapışmış olan kıyafetleri hızla çıkardık. Karnım kıpkırmızı olmuştu... Dicle anne bana rahat edebileceğim bol bir şeyler giydirdikten sonra, yardımcı kızların getirdiği su ile kanayan elimi temizledi. Cam kalmış mı diye dikkatlice kontrol ettikten sonra, sargıyla sardı.
"İyi misin kızım?"
Değilim demek istedim ama sadece başımı sallamakla yetindim. Canım yanıyordu. Canımın yangısı bir yana Rıfat'ın beni merak edip gelmemesi bile kalbimi acıtıyordu çok.
Yarım saat sonra doktor gelmişti. Orta yaşlarda olan doktor yanan karnıma baktığın da çantasından bir krem çıkardı ve hafifçe yanık yerlere sürdü. Her dokunuşta canım yanıyordu ve istemsizce yüzümü buruşturmuştum.
"Ucuz atlatmışsın kızım... Daha kötü bir yanıkta olabilirdi. Şimdi iki tane krem vereceğim bunları sabah akşam karnına süreceksin... Elinde ki yanık küçük, ona bir şey yapmaya gerek yok," dedikten sonra reçeteyi bırakarak odadan çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...