Sustu. O sustukça benim içim daraldı, nefesim kesildi. Bir şey söylemesini bekliyordum. Bir tepki, bir şey... Beklediğim bu sessizlik değildi. Kesinlikle değildi. Sonra bir anda dudaklarım dudakları tarafından esir alınmıştı. Diğer eli ise belimi sımsıkı sarmış beni kendine doğru çekiyordu. Bedenlerimiz birbirinin teması ile titrerken, ben bu öpücük karşısında ayaklarımda ki gücü kaybetmiştim. Kollarından destek alarak ona tutunmaya başladım. O kadar güzeldi ki... Bitmesin istedim... Onun kollarında hep böyle kalayım istedim.
Hafifçe çekildi. İkimiz de nefes nefeseydik. Gözlerin de arzuyu görüyordum. Benim de ondan farkım yoktu. Onu istiyor, onunla bir nefes olmak için yanıp tutuşuyordum.
"Aklımı başımdan alıyordun..." dedi nefes nefese... "Şimdi ise sadece aklımı başımdan almakla kalmıyorsun, nefesimi kesiyorsun... Senin ağzından bu sözleri duymak için ne kadar bekledim ben biliyor musun?"
Yanaklarım yanmaya başlamıştı. Gözlerim ise dolmaya. Şu an deli gibi kahkaha atmak istesem de gözlerim dolmuş bir halde ona bakıyordum sadece.
"Çok mu beklettim Rıfat seni?"
Tek kaşı ukalaca havalanırken sesinde ki kendini beğenmişlik ile kahkaha atmama engel olamadım. "Fazlasıyla... Bir daha bu kadar bekleyebilir miyim bilmiyorum!"
Hafifçe omuzuna vurdum. "Beklemeyip de ne yapacaksın?"
Dudaklarıma doğru eğildi. "Seveceğim... Hep seveceğim... Ve sevileceğim... Beklemek yok artık kadın! Aklından bu kelimeyi çıkar."
*******
Davullar çalıyor, insanlar kahkahalar atıyor... Sanki herkes bugün benim mutluluğuma ortakmış gibiydi. Bugün benim bayramımdı. Gözüm neşeli kalabalıkta gezinirken elim boynumda ki kolyeye gitti. O an bir kez daha gülümsedim. Rıfat'ın bana aldığı kolyeydi. İçinde zerre kadar bile bir sevgi tanesi oluşursa bana karşı tak demişti. Oysa içimde ona patlamaya hazır bir yanar dağı oluşmuştu. Bunu sevgi diye kısıtlamak çok basit kalırdı. Bambaşka bir şeydi. İçimde yaşadıklarımı anlatmaya hiçbir kelimenin yeterli kalmayacağı aşikârdı.
Gözlerim karşımda oturan adama kayınca bakışlarımız buluştu. O an elim ayağım birbirine dolanmıştı. Öyle bakıyordu ki... Aklımı kaçırmama neden olacak kadar mahvediyordu beni... Sevgi, aşk... Adı her neyse işte. Bilmiyordum ama bu durumu ilk defa yaşıyordum. Ve ben ona karşı böyle şeyler hissetmekten fazlasıyla memnundum.
"Gülüm."
Bana seslenen Dicle anneye çevirdim yüzümü hiç istemesem de.
"Efendim anne..."
"Sonunda kızım," dedi gözleri dolmuş bir halde ve sımsıkı tuttu ellerimi. Neden böyle bir şey dediğini anlamamış bir halde ona baktım.
"Ne oldu anne?"
Gözleri boynumda ki kolyeye gitmişti. "Bunu sana Rıfat alırken bana söylemişti. Her sabah seni gördüğümde ilk boynunu kontrol ediyordum. Bu kolyeyi takacağın günü merakla bekliyordum."
Yanaklarım kızarmıştı. Hafifçe gülümsedim. Ben de bu kolyeyi o zaman takacağımı hiç düşünmemiştim ama işte kader... Büyük konuşmamam gerektiğini göstermişti bana. Bazen felaket olarak adlandırılan şeylerin arkasından güzellikler gelebiliyordu. Ben şanslı bir insandım. Fazlasıyla şanslı...
Ben bu kadar neşe içindeyken üzerimde hissettiğim gözlere doğru çevirdim bakışlarımı. Eyşan'ı gördüm. Bir yaprak gibi sallanıyordu adeta. Her an düşmeye hazırdı fakat gözlerinde bana karşı saf bir öfke vardı. Sanki tüm bu olanların suçlusu benmişim gibi bakıyordu bana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yarası
General FictionBazen diller lal olur, tüm bilinenler bir sır olarak kalır. Geçmiş ise tozlu bir sandığa kaldırılarak her şey unutulur. Ya kalpler? Kalpten geçenleri de bu tozlu sandıkta unutmak mümkün müydü? ~ Kalpte yeri olmayanın gönülde yeri olur muydu hiç? O...