2.BÖLÜM
Motorsikleti yavaşlatıp park ettiğimiz evi görünce şok oldum. Daha önce bu lüks semte hiç gelmemiştim. Motordan inerken, şaşkınca etrafa bakıyordum. Yol boyunca ağlamıştım ama artık bir cevap alma vakti gelmişti. Başımdaki kasketi, hafifçe oynattım ve yanımdaki heybetli adama baktım. Kısa kollu üzerine oturan badisinin omzundan bir dövme gözüküyordu ama ne olduğunu tam seçemeden o ilerledi bende ona uydum. Elini kapıdaki saydam yere dayadı bir ışık geçti ve kapı açıldı. Onu takip ederek içeri girdiğimde yalnızca girişin benim evimin 2 katı olduğunu söyleyebilirim. Şaşkınca etrafa bakarken, o belini saran silah kılıfından ve silahlardan kurtuldu ve sağdaki iki kanatlı büyük kapıyı açtı. Geniş bir salon vardı. L şeklinde büyük bir koltuk karşısında dev ekran bir televizyon ve salonun ortasında bir şömine... Bu herif nasıl bir iş yapıp bu parayı kazanıyordu. Tabi burası onunsa...
Ben etrafı incelerken, o kendini koltuğa attı ve bana seslendi.
"Hey ufaklık, bana şu karşıdaki çekmecedeki kutuyu verebilir misin?" O anda kolundaki yarayı gördüm. "Aman Tanrım,vuruldun mu?" dedim şaşkınca.
"Dediğimi yap ufaklık." Bu kelime canımı sıkmaya başlamıştı. Söylediği yere yürürken homurdandım.
"Bana ufaklık demeyi kes." dedim. Çekmeceyi açtım ve içindeki kutuyu aldım.
"Ne var bunda, ceset mi?" Kutuyu kaldırarak ona döndüm.
"Çok konuşuyorsun."dedi homurdanarak. Yanına oturdum ve o kutuya uzanmışken eline vurdum. "Çek elini, bunu ben halledebilirim." dedim. Tekrar homurdandı.
"Bir çocuğa kendimi emanet edecek değilim." Kutuyu çekip diğer yanıma aldım ve açtım.
"Bilgin olsun diye söylüyorum koca adam. 25 yaş bir çocuk için oldukça büyük bir yaş."
Ardından sıcakladığım için başımdaki kasketi çekip çıkardım ve uzun saçlarımı savurdum.Kumral saçları bir şelale gibi dökülürken dudaklarımdan bir küfür fırladı. Lanet olsun, bana bir kızdan bahsetmişlerdi. O an acaba yanlış kişiyi getirip getirmediğimi düşündüm. Elindeki makasla tişörtümün kısa kolunu omuzuma kadar keserken başını eğdi. Yüzüne odaklandım. Çıkık elmacık kemikleri, küçük burnu, şekilli kumral kaşları ve uzun kirpikleri ile mükemmeldi. "Adının Roksanne O'cannel olduğuna emin misin?" dedim. Bakışlarını pansuman yaptığı yaramdan bana çevirdiğince cam mavisi gözlerle karşılaştım. Güzeldi, hemde fazlasıyla... Makyajsız yüzüne rağmen cildinde tek bir leke bile yoktu. Kesinlikle yanlış kız dedim.
"Evet, ben oyum. Şimdi ne olduğunu anlatacak mısın?" diye sordu yavaşça...
"Neden böyle giyiniyorsun." dedim merakla. Yaramı bantladıktan sonra derin bir nefes verdi ve başını kaldırdı.
"Bütçem buna yetiyor ve ayrıca oldukça rahat." Sıkıntı ile ona baktım. Bana kimse güzel ve çekici bir kadından bahsetmemişti.
"Şimdi öt bakalım. Sende kimsin ve James'i öldürenler kim." Yavaşça arkama yaslanırken, bu zamana kadar gördüğüm en güzel yüzü süzdüm elimde olmadan.
"Adım Antonio, baban tarafından seni korumak için gönderildim." Kaşları alayla kalktı ve dudakları titredi. O an ağlayacağını sandım ama onun yerine kahkaha atmaya başlaması beni oldukça şaşırttı.
"Babam mı? Benim bir babam yok Antonio." dedi. Kaşlarımı çattım.
"Leyleklerden geldiğini düşünmüyorsun değilmi?" dedim alayla. Başını hafifçe eğip o beni sersemelten gülümsemesini takındı. Doğru kız, dedim kendi kendime...Sana emanet olan doğru kız... "Seksten mi bahsetmek istiyorsun gerçekten. Bunu 16 yaşımda öğrendim Antonio." Bir şaşkınlık daha... Valeria o kadar sıra dışıyken bile sözlerini yada hareketlerini tahmin etmekte zorlanmıyordum ama bu kız beni üst üste şaşırtmayı başarmıştı. Birden ateş bastı.
"Bu kastetmediğimi biliyorsun. Leyleklerden gelmediğine göre herkesin bir babası vardır Roxy." dedim. Hızla ayağa kalktı.
"Bana bu şekildede seslenme. Roksanne kafi." Gülümsedim elimde olmadan. Küçük ellerini göğsünün altında birleştirdi.
"Ben bir piçim ve bir babam yok. bunu kabullendim. Ona git ve 25 yıl kadar geç kaldığını söyle. Ben gidiyorum."
Salonun çıkışına doğru ilerlerken ona seslendim.
"Roxy, eğer çıkarsan seni öldürmek için tekrar deneyecekler." Hızla bana döndü. Mavi bakışları hiddetten koyulaşmıştı.
"Kim bunlar?" Elimi yanımdaki boş yere vurdum.
"Önce otur." Bir na tereddüt etti. O an aslında emir almaya alışkın olmadığını anladım. "Lütfen." dedim sakince. Sonra yavaşça gelip yanıma oturdu. Bir koku geldi burnuma, yanık çilek kokusu. Gülümsedim. İlginçti.
"Babanı merak etmiyormusun?" dedim yavaşça. Bakışları buğulansada cevap vermedi.
"O Richard Ozborn, Ozborg şirketler gurubunun sahibi. " Bakışları boşken birden hayretle gözleri açıldı.
"Şu film..." Başımla onayldım.
"Evet, Yapımcı firma ama onun haricinde Amerika ve dünyanın bir çok ülkesinde farklı işlerde yatırımları olan milyon dolarlık bir şirketin sahibi baban."
"Lanet olası piç. Ben sürünüyorum." dedi sinirle.
Nedense bu beni yine gülümsetti. "Tatlım,ağzın çok bozuk." dedim. Sinirli gözlerle bana baktı. "Yumruklarım oldukça iyi denemek ister misin." Bir kahkaha attım.
"Tanrı korusun,sende bu çene varken. Onlara ihtiyacın olacağını sanmıyorum."
Sinirle yerinden fırladı ama kolunu tutup onu bir hamlede oturttum. "Dinle, baban öldü ve tüm servetini sana bıraktı. Üzerine alman için 1 ayın var ama seni..." Alayla gülümsedi.
"Şimdi anlaşıldı. Beni istemeyen insanlar var değil mi?" Küçük omzunu yavaşça silkti.
"Önemli değil...Her zaman böyleleri oldu." Onu omuzlarından tutup bana bakmayı zorladım.
"Bunlar senin dünyandaki zararsız kişilerle benzemez. Bunlar seni ortadan kaldırmak istiyor." dedim hırsla. Omuzlarını çekti.
"Sen benim yaşadığım dünyayı nerden bileceksin ki? Para, umurumda değil. Git onlara söyle!" Sakince ona baktım. Nasıl bu kadar saf olabilirdi... Allah Kahretsin, asıl nasıl bu kadar güzel olabilirdi ki?