2 gün önce
8 Kasım
Hazal aldı kalemi;
Ormanın engebeli, taşlı ve kurumuş yaprak dolu patikasında elimde kirli çamaşır dolu bir sepet ile yavaş yavaş yürüyordum.
Sonbahar mevsiminde ormanda yürümeyi çok severdim. Yerde duran kurumuş sarı, turuncumsu yapraklar ve üstüne bastığımda çıkan o çatırtı sesi bana hep huzur vermiştir.
Belki de sonbaharı bu kadar sevmemin sebebi ismimin anlamı ve babamın bana yıllar önce söyledikleriydi. Bilmiyorum...
İsmim Hazal. Anlamı ise kuruyup dökülen ağaç yaprağıymış. Bunu ilk öğrendiğimde altı yaşlarındaydım.
Yine sonbahardı. O zamanlar obamız İrtiş Nehrine yakın bir yerde idi.
Babam beni ormana götürmüştü o gün. Sonrada yüksek bir tepeye çıkarmıştı. Yaprakları dökülen cılız ağaçları ve yere dökülmüş yaprakları bu tepeden izlemiştik bir süre.
Sonra babam bana dönüp "Çok güzel değil mi?" diye sormuştu.
Bende başımı evet anlamında sallayarak cevap vermiştim. Daha sonra babam beni kucağına alıp kulağıma "Senin isminin anlamı kuruyup dökülen ağaç yaprağı kızım." demiş sonrada yüzüme bakarak "Sana bu ismi neden verdim biliyor musun?" diye sormuştu.
Bende "Hayır baba" diyerek cevap vermiştim.
Babam ise derin bir nefes alarak anlatmaya başlamıştı.
"Bir sonbahar günü doğdun çünkü. Ebe hatun seni kucağıma getirip bırakmadan önce, karşımda duran bir ağaca bakıyordum.
Ağacın bütün yaprakları dökülmüş, sadece bir yaprağı kalmıştı küçük bir dalında. Oda dalından ayrılmamak için inat ediyordu. Sonra bir rüzgâr esti. Yaprak tutundu dalına. Direndi rüzgâra karşı ve düşmedi. Biraz sonra bir rüzgâr daha esti. Fakat bu rüzgâr daha kuvvetliydi. Yaprak bu sefer dayanamadı işte ve koptu dalından.
Sonra ebe hatun geldi ve seni kucağıma bıraktı. Bu seni ilk görüşümdü. Yüzüne baktığımda dünyanın en güzel kızı olacağını o zaman anladım. Bembeyaz bir tenin, al al yanakların ve iri kahverengi gözlerin vardı. Güzelliğinin sonbahara yakıştığını düşündüm.
Sen doğmadan üç gün evvel ağabeyini bir Moğol baskınında kaybetmiş. Soğuk bedenini toprağa veremeden kaçmak sorunda kalmıştık. Annen ve benim yaşama sebebimiz ellerimizden kayıp gitmişti. Kendimi o ağaçta yalnız kalmış yaprak gibi hissediyordum. Sonra seni aldım kollarımın arasına. Kendimi en çaresiz ve kimsesiz hissettiğim bir anda. Sonra anladım ki o yaprak kuruyup dalından düşse bile ilkbahar geldiğinde tekrar dirilecekti. Tuğrul kuşu misali."
"Kurumuş yaprak nasıl dirilir ki baba?" diye heyecanla sormuştum.
"Bizi topraktan yaratan Allah bir yaprağa can verir elbet kızım."
"Peki, Tuğrul Kuşu nedir baba?"
"Kaf dağının arkasında yaşayan ölümsüz bir kuş. Kendi küllerinden doğar."
"Sen gördün mü hiç o kuşu ?"
"Görmedim ama daha güzelini gördüm. Seni." dedi ve babamla yürümeye başladık yaprakları dökülmüş ağaçların arasında. Ben başımı yere eğmiş babamın dediklerini anlamaya uğraşıyordum. Bu halimi fark eden babam önüme geçmiş ve yere çökmüştü. Eliyle başımı kaldırıp gözlerimin içine bakmış, sonrada
"Anlamadın mı dediklerimi?" diye sormuştu. Başımı hayır anlamında sallamıştım bende.
Sonra babam yüzümü okşayarak "Beni şimdi anlamamış olabilirsin kızım. Ama büyüdüğün zaman anlayacaksın beni. Bugün sana söylediklerimi sakın unutma ve aklından çıkarma tamam mı?" demişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYBARS Düşüş (DÜZENLEMEDE)
Historical FictionSonumuz hikayemizin başladığı yerdi. Yaşlı kadın bana biraz daha yaklaşarak bu seferde; "Mısır'ın ve Suriye'nin en güzel sultanı, kraliçesi" demişti. Artık onu duymazlıktan gelmeye dayanamayarak başımı onun olduğu tarafa çevirmiş, insanın içine işl...