Yazar aldı kalemi;
Bir aşk, umutsuz ve sonu belli olmayan bir aşk, insanı dünyanı zirvesine taşır mı? Hem de en dipteyken...
Sonu gelmez bir maceraya, ihanetlerin ve dostlukların, ihtirasla örtülmüş gözlerin arasına atar mıydı? İnatçı ve bir o kadarda cesursanız eğer, atardı. Ama böyle bir dünyada hayatta kalmak için aşk yetmezdi. Daha fazlası gerekirdi.
Kalavun Bahri Memluklerin komutanlarından biriydi. Diğer Memlüklü askerler gibi o da Kıpçak asıllıydı. O da diğer kölemen askerler gibi kaçırılmış, köle olmuştu. Üç yıl önce Sultan Salih tarafından köle pazarında iken satın alınmış ve hemen ardından orduda eğitime başlamıştı. Bir keresinde Sultan Salih ela gözlerini Kalavun'a dikerek çok iyi bir savaşçı ve iyi bir komutan olacağını söylemişti. Öyle de olmuştu. Üç yıl gibi kısa bir süre içinde rütbeleri teker teker çıkmış, bölük komutanlığına kadar yükselmişti. Onun bu hızlı yükselişi yanında özgürlüğü de getirmişti. Tıbakda eğitimi bittiği gün azat edilmiş, yıllar önce kaybettiği özgürlüğünü tekrar eline almıştı.
Orduda ve sarayda ona El-Elfi lakabını takmışlardı. Bunun sebebi sultan Salih'in onu bin dinara satın almasıydı. Bu gerçekten çok yüksek bir fiyattı. Memluk ordusunda bu kadar altına satın alınan olmamıştı hiç. Çünkü o, Sultan Salih için önemli bir o kadarda değerliydi. Onu satın aldığı ilk gün Sultan;
"Senin gözlerinde bir ışık görüyorum. Adım gibi eminim çok iyi bir yönetici, komutan olacaksın sen. İlk bakışta anlarım yüreği ve bileği kuvvetli insanı. Sana çok para ödedim ve asla pişman olmayacağımı biliyorum. Yaşına göre çok güçlü duruyorsun ve yüzünde çok güzel. Birkaç yıl sonra eminim Mısır'daki en yakışıklı erkek sen olacaksın." Demişti.
Sultan Salih'in sesi hala kulaklarındaydı. Onu bir kere olsun pişman etmemişti. Dediği gibi iyi bir savaşçı olmuştu. Ama söylediği kadar yakışıklı olduğunu düşünmüyordu. Zaten önem vermezdi böyle şeylere. Önemli olan dış görünüşü değil bileğinin gücüydü. Ancak bu şekilde sultan Salih'e ve devletine faydası olurdu. Ancak bu şekilde hayatta kalırdı. Sultan Salih'in bu sözü ne zaman aklına gelse istemsiz eline bir ayna alır yüzünü incelerdi. Mavi, badem gözlerine, buğday rengindeki tenine, bir kılıç kadar düz ve güzel olan burnuna ve koyu kahverengi saçlarına bakardı. Ama kendine ne kadar bakarsa baksın, kendinde bin dinar edecek değeri ve güzelliği hiçbir zaman göremezdi.
Sakallarını ovuşturan Kalavun karşısında bekleyen Baybars'ı süzdü biraz. Kendisinden olsa olsa birkaç yaş küçük olabilecek bu gözü lekeli kölenin yaşını merak etmişti.
"Yaşın kaçtır senin?" dedi birden Baybars'a.
Dalıp gittiği düşüncelerden sıyrılan Baybars
"18" dedi.
"bende 21 yaşımdayım. Yaşına göre büyük işler yapmışsın Baybars. Daha bu yaşta koca Şam emirine sözünü dinletmek, avucunun içine almak büyük bir beceridir."
"Şam emirini görevinden azlettiniz, canını almadınız lakin sürgün ettiniz. Şimdi merak ediyorum, bize ne olacak acaba?" Baybars'ın sesi toktu. Kendine olan güvenini ve olacaklardan korkmadığını ses tonuyla belli etmek istiyordu.
"Sizler artık Sultan Salih'in kölesisiniz. Benim görevim Emir Aytekin'i görevinden alıp sizi ait olduğunuz yere, yani Mısır'a götürmektir."
"Bize orada ne olacak peki?"
"Yaşı uygun ve hizmet için yeterli olabilecek cariyeler Sultan'ın sarayında ona hizmet edecekler. Yaşı senin ve arkadaşın gibi uygun olan gençleri ise Sultan'ın emir ve isteği ile orduya alacağım. Geri kalan köleleri ise çoktan esir pazarına gönderdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYBARS Düşüş (DÜZENLEMEDE)
Исторические романыSonumuz hikayemizin başladığı yerdi. Yaşlı kadın bana biraz daha yaklaşarak bu seferde; "Mısır'ın ve Suriye'nin en güzel sultanı, kraliçesi" demişti. Artık onu duymazlıktan gelmeye dayanamayarak başımı onun olduğu tarafa çevirmiş, insanın içine işl...