Hazal aldı kalemi;
Karşımda duran askerin -veya komutan her neyse- hangi rütbeden olduğundan emin olamıyordum. Eyyubi askeri olduğunu biliyordum. Daha önce Şam'da, Reyhan ile çıktığımız alışverişlerde, sokakta dolaşırlarken görmüştüm Eyyubi askerlerini.
Ayağa kalkar kalkmaz,
"Haçlı şövalyeleri!" diye bağırdım ve o, okunu bana doğru hızla savurdu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan, bana çok yaklaşmış bir şövalyenin kanlar içinde yere yığıldığını gördüm.
O zaman fark ettim ki bu Eyyubi askerinin arkasında iki asker daha vardı. Okuyla şövalyeyi vuran öndeki asker, arkasını dönerek diğer askerden kılıcını istedi. Sonra da bana dönüp
"Arkama geç." Diye bağırdı.
Koşarak aramızdaki -neredeyse otuz adımlık olan- mesafeyi kapattım ve arkasına geçtim. O sırada beni kovalayan dört haçlı şövalyede gelmiş bulunuyordu. Hiçbir şey konuşmadan kılıcını onlara doğru savurmaya başladı asker. Kılıcı tutuşundan, sallayışından bu işte maharetli olduğu çok belliydi. Kendine has ve güvenli bir duruşu vardı. O haçlı şövalyelerinden iki tanesini hiç zorlanmandan kılıcıyla keserken, onu izlemem için epey bir vaktim olmuştu. Uzun boyluydu, boyuna uygun ve onu biraz cüsseli gösteren kilosu vardı. En fazla otuz yaşında olmalıydı. Kahverengi gözleri, kumral teni ve yine kahverengi saçları vardı.
Peşimden gelen dördüncü ve son haçlı şövalyesinin yakasından tutup sallarken göz göze geldik. Beni bir müddet süzdükten sonra haçlıya sert bir ses tonuyla "Sultan Salih'in hüküm sürdüğü topraklarda nasıl eşkıyalık yaparsınız?"
Üç arkadaşı da gözünün önünde ölen çelimsiz ve sarışın şövalyenin korktuğu her halinden belliydi. Ama buna rağmen sözlerini esirgemiyordu.
"Asıl eşkıya olan sizsiniz! Burası bize ait. Sizden önce biz vardık!"
"Bu topraklar hiçbir zaman size ait olmadı!"
"kâfirler, bir gün bunların bedelini ödeyeceksiniz!"
"Topraklarımıza gizlice girip, halkımıza, kervanlarımıza saldıran sizsiniz. Asıl siz ödeyeceksiniz bütün bunların bedelini. O haçlı kontluğunu başınıza yıkayacağız."
"Gücünüz yetmez buna. Hem Avrupa'da ki devletlerimiz bizi yalnız bırakmaz. Yakında Avrupa'da çok büyük bir haçlı ordusu kurulacak ve Mısır'ı almaya gelecek. Geldiğimiz gün hasta kralınızı da tahtan indi..."
Şövalye sözünü bitirmeden komutanın kılıcı boynundan geçmiş, kanlar içinde yere yığılmıştı. Biraz önce tehditler savuran bu asker şimdi gözleri açık bir şekilde yerde kımıldamadan yatıyordu.
Kılıcını şövalyenin boynundan çeken komutan bana doğru yürüdü.
"Korkmana gerek yok, her şey bitti. Kurtuldun." Benden cevap alamayınca devam etti,
"Sizi kaçıran bu şövalyeler kaç kişiydi?"
"15 den fazla olmaları gerekiyor. Çalıların arkasında ki patikadan yukarı çıkınca, orada boş bir alan var. Orada dinleniyorlardı en son."
Daha yeni, kılıcını istediği askere dönerek,
"Git Kutuz'a haber ver. Olanları anlat. Geri kalan şövalyeleri yakalasın."
"Biz neden gitmiyoruz? Ya geç kalırsak? Ya ya ya kaçarlarsa." Dilim sürçmüş konuşamamıştım.
Kılıcındaki kanı temizlerken, sakin bir tavırla,
![](https://img.wattpad.com/cover/54837949-288-k357637.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYBARS Düşüş (DÜZENLEMEDE)
Historical FictionSonumuz hikayemizin başladığı yerdi. Yaşlı kadın bana biraz daha yaklaşarak bu seferde; "Mısır'ın ve Suriye'nin en güzel sultanı, kraliçesi" demişti. Artık onu duymazlıktan gelmeye dayanamayarak başımı onun olduğu tarafa çevirmiş, insanın içine işl...