Hazal aldı kalemi;
Aysar'ın oturduğu konağın bahçesinde ki ceviz ağaçlarından birine gözümü dikmiş bakıyordum. Başıma gelen onca beladan kurtulmuştum ama bundan nasıl kurtulacaktım bilmiyordum. Yine yerde kurumuş yapraklar vardı. Bu görüntü beni hep çocukluğuma götürüyordu. Yarım yamalak hatırladığım çocukluğuma...
Ağacın dalları kurumuştu. Acaba tekrar görebilecek miydim bu ağacın yeşerdiğini? Yaprakların Anka kuşu gibi yeniden dirilişine şahit olabilecek miydim? Bu benim yaşadığım son mevsim miydi? Bir daha baharı ve yazı göremeyecek miydim?
Ashap yanıma yaklaştı. Kimsenin duyamayacağı bir ses tonuyla konuşuyordu.
"Efsan, başımızda bunca bela varken kardeşini ziyaret etmenin vakti mi?"
Ashap haklıydı. Başımda bu sefer cidden büyük bir bela vardı ve bu bela ne Ruhiye benziyordu ne de Reyhan'a.
Beş gün önce bugün Ashap ile birlikte elbiselik kumaş almak için çarşıya inmiştik. O gün Alamut Fedaileri sokaklarda ki evlerin çatısından yere atlamış ve çok kısa bir sürede çevremizi kuşatmıştı. Siyah pelerinlerini tutan koyu yeşil çapraz işaret sayesinde kim olduklarını anlamıştım. Bir süre onlara bakakaldıktan sonra korkumu yenip konuşmuştum.
"Kimsiniz ve benden ne istiyorsunuz?" Sesim oldukça soğuktu.
Karşımda duran zayıf, uzun boylu fedailerden biri yüzünü kapatan siyah örtüyü çekti yüzünden. Karşımda esmer, kirli sakallı ve sivri burunlu bir adam duruyordu. Adamın sağ yüzünde göz pınarından başlayan ve boynuna kadar uzanan derin ve uzun bir yara izi vardı.
Tok sesi ile konuştu adam; "Sende bize ait olan bir şey var. Onu bize zorluk çıkarmadan getir."
Konuşmasından hiçbir şey anlamamıştım. Onlara ait olabilecek bir şeyin bende ne işi olabilirdi ki?
"Dediklerinizden hiçbir şey anlamıyorum. Daha açık konuşun."
Fedai öfkeli bir bakış attı; "Neyi istediğimi gayet iyi biliyorsun. Hasan Sabbah'ın mührünün sende olduğunu istihbaratımız öğrendi. Zorluk çıkarma."
Az çok bir şeyler belli olmaya başlamıştı.
"Nasıl bir şey bu mühür?"
"Bizimle oyun oynadığını mı sanıyorsun?"
"Eğer sorularıma cevap vermezsen, istediğiniz şeyin bende olup olmadığını anlayamam ve onu size getiremem."
"Sende olan bir eşyanın ne işe yaradığını bilmediğini mi söylüyorsun?"
"Bana bir tuzak kurulduğunu söylüyorum ama meselemiz bu değil." Dedim ve soru soran gözlerle Fedaiye bakmaya başladım.
Fedai; "Gri, bir yumruk büyüklüğünün yarısı kadar, yuvarlak bir taşın üstüne çizilmiş şekillerden oluşan bir mühür." Dedi ve devam etti. "Genel olarak baktığınız zaman karışık görünse bile yılan ve aslan figürleri hemen göze çarpar."
Şecered-dür sefere gitmeden üç gün önce beni huzuruna çağırmıştı ve bir sandık dolusu hediye vermişti. Verirken de; "Yedi yıl oldu, hanedanımıza ve devletimize hizmet edeli. Bu küçük hediyeleri kabul etmeni istiyorum." Demişti. Ayıp olmasın diye hediyeyi geri çevirememiştim ve almak zorunda kalmıştım. İçinde elbiselik kumaşlar ve birkaç takı olmasını bekliyordum. Öyle de olmuştu.
Oymalı ve sedef taşlarla süslenmiş sandığı açtığım zaman karşıma bir yığın kumaş çıkmıştı. Çeşitli renklerde ve desenlerde bir yığın kumaş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYBARS Düşüş (DÜZENLEMEDE)
Historical FictionSonumuz hikayemizin başladığı yerdi. Yaşlı kadın bana biraz daha yaklaşarak bu seferde; "Mısır'ın ve Suriye'nin en güzel sultanı, kraliçesi" demişti. Artık onu duymazlıktan gelmeye dayanamayarak başımı onun olduğu tarafa çevirmiş, insanın içine işl...