Yazar aldı kalemi;
Şecered-dür uzandığı yatağında geçmişini düşünmeye çalışıyordu.
Annesi kimdi, babası kimdi? Nasıl biriydiler? Bunları hep merak etmişti. Ama hatırlamıyordu.
Çok küçük bir çocukken esir düşmüştü. Altı yaşında olmalıydı belki de. Bunu da tam hatırlamıyordu Şecered-dür.
Hatırladığı şeyler çok azdı geçmişi ile ilgili. Bildiği en iyi şey çok fakir olduklarıydı. Gerçekten çok fakir. Hatırladığı diğer şey ise esir pazarındaki adamların ona küçük Kıpçak kızı diye seslenmeleriydi. Bir Kıpçak Türk'ü olduğunu bu yüzden biliyordu. Hatırladığı diğer bir şey ise onu satan esir tüccarının onun ölmesini beklemesiydi. Şecered-dür'ün yüzüne sürekli;
"Yaşı çok küçük. Dayanamaz bunlara kesin ölür. Baksana cılız bir şey zaten." Derdi. Ama o herkesi şaşırtmış, ölmemişti. Küçük yaşta hayata sıkı sıkıya tutunmuştu Bundan sonrada bırakmaya hiç niyeti yoktu. Çok küçük, kimsesiz bir köle kızıydı bundan sonra. Kendinden başka kimsesi yoktu.
Güçlü olacaktı.
Kimse onu üzemeyecekti.
Canını yakamayacaktı.
Bu sözleri tekrar ederek büyümüştü Zeynur'un konağında.
Zeynur; küçük köle kızları daha ucuzdan satın alan ve onları yetiştiren bir esir tüccarıydı. Çocuk olarak aldığı cariyeler genç bir kız olduğunda zengin kişilere satardı. Bu süre zarfında da konağında kızlara saray görgü ve adabıyla ilgili dersler verir onları öyle yetiştirirdi.
Cariyelerinden biri Melike'ye yaklaştı.
"Melikem yapmayın böyle. Toplanmalısınız."
Ne kadar basitti bunu demek! Bu kaçıncı çocuğunu kucağına alamadan kaybedişiydi. Sürekli düşük yapmaktan yorulmuştu.
"Kırk gün dolmadan Sultan'ın yanına gidemem. Yatağına giremem. O yüzden yatmak istiyorum."
"Haremi siz yönetiyorsunuz Sultanım. Hem... Hem bu şekilde..."
Şecered-dür sinirlendi ve yattığı yerden doğruldu.
"Hatun! Ne söyleyeceksen söyle."
"Halime Sultan'ın casusları korkutuyor beni. Bebeğinizi kaybedeli on gün oldu. Daha bir ay var önümüzde. Bu fırsatı kullanıp bir cariyeyi halvete yollamaya kalkabilirler."
"Bütün bana hizmet eden herkesi görevlendirdim. Benim haberim olmadan kuş bile uçamaz."
Başka bir cariye geldi bu sefer.
"Melikem kapıda bir cariye var. Sizi görmek istiyormuş."
"Kim?"
"Efsan."
Melike yüzünü buruşturdu. Bu cariyeyi hiç sevmiyordu.
"Gönderin gitsin."
Biraz sonra Efsan "Melikem" diye seslenerek daireye hışımla girdi. Eğildikten sonra.
"Melikem konuşmamız gerek." dedi
Şecered-dür sert bir ses tonuyla konuştu.
"Sen benim huzuruma bu şekilde nasıl gelirsin! Emirlerimi nasıl dinlemezsin."
Hazal korkmuştu Melike'den. Her zaman olduğu gibi.
Başka çaresi yoktu ama. Melike ile konuşmalıydı, hem de hemen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYBARS Düşüş (DÜZENLEMEDE)
Historical FictionSonumuz hikayemizin başladığı yerdi. Yaşlı kadın bana biraz daha yaklaşarak bu seferde; "Mısır'ın ve Suriye'nin en güzel sultanı, kraliçesi" demişti. Artık onu duymazlıktan gelmeye dayanamayarak başımı onun olduğu tarafa çevirmiş, insanın içine işl...