Hayata karşı direnmekten yorulmuştum. Bunları yaşamak için ne günah işlediğimi de bilmiyordum.
Jeremy'nin varlığından haberdar olduğum halde Justin'i istemiştim. Kendimden mi nefret etmeliydim? Ya da, onu sevmediğimi bilmesine rağmen ısrarla beni isteyip, tehdit eden Jeremy Bieber'dan mı nefret etmeliydim?
Ben dibe batmıştım. Şimdi bu gelinliğin içindeyken çukurun dibinde boğuluyordum.
Tanrı, beni sınıyordu. İntihar etmemi bekliyordu, etmeyecektim.
Babam yoktu, beni reddetmişti. Sorun değildi.
Beyazdan nefret ediyordum. Üstümdeki gelinlik beyazdı, çiçek beyazdı, tırnaklarım beyazdı, ayakkabılarım beyazdı, duvarlar beyazdı, koltuklar beyazdı...
Tenim beyazdı.
Kapı çaldı, kimin geldiğine bakmak için kafamı kaldırdım. Marlyn hala, yüzündeki sevecen gülümsemeyle odaya girdi. Heyecanlı görünüyordu.
"Hazır mısın tatlım?" Birazdan eşim olacak adamı içeri almak için sordu. Başımı salladım. Son kez aynadaki solgun yansımama baktım. Can çekişiyordum.
Marlyn hala odadan çıktı. Ardından o süzüldü kapıdan. Gözleri buruktu fakat gülümsüyordu.
Hiçbir tepki vermedim. Ruhum çekiliyordu.
Gözleri, hayranlıkla parladı. Yanıma yaklaştı. Belimi kavradı, dudakları alnımda kıpırdadı. "Çok güzel görünüyorsun." Boğazım düğümleniyordu. Alnımı öperek geri çekildi. Kolunu uzattığında girmem gerektiğini biliyordum. Yutkunarak talebini yerine getirdim.
Cehenneme doğru ilerlerken, her şey ağır çekimde gibiydi. Ölürken yaşanıldığı söylendiği gibi.
Davetliler bizi gördüler, alkışların sesini boğukça işittim. Gözlerimi yumdum. Göz kapaklarımı araladığımda, her şey bulanıktı. Çekilen sandalye kulaklarımda yankılandı. Biraz daha ayakta durursam düşüp bayılacağımı hissettim.
Her şey rüya olmalıydı. Nasıl bu kadar düşük olabilmeyi becerebilmiştim? Nasıl bu hale gelmiştim?
Boğuk bir ses işittim. Konuklara hoş geldiniz denildi. Sadece bir noktaya baktığımın farkında bile değildim. Ardından tekrar alkış sesleri geldi.
Uğulduyordu. Babamı kaybetmiştim. Uğulduyordu. Ama babam yaşıyordu. Kulaklarımı kapatmak istiyordum, uğulduyordu.
"... Riley Aidh'i eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" Yine bir uğultu. Canım acıyor. Tanrı aşkına, salonda onlarca kişi var. Birisi acı cektiğimi görmüyor mu? Ölüyorum.
Yanımdaki adam istemediğimi görmüyor mu?
Sonra bir ses daha: "Evet." Neşeli bir ses. Başkasına ait olmasını dilediğim o ses.
Yine alkışlıyorlar. Neden alkışlıyorlar ki? Neden bu kadar mutlular?
"Siz Riley Aidh, Jeremy Bieber'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"
Sanırım bana diyorlar. Herkesin cevabımı beklediğini biliyorum.
Masaya odaklanmaktan körelmiş gözlerimi oradan kaldırıyorum, bir çift kehribar rengi gözlerle buluşuyor. Sanırım o kadar da körelmemişim.
Kızarmış, bir çift kehribar. Ağzı aralanmış, bembeyaz kesilmiş bir tenle bana bakıyor. Ne zamandır bu halde bilmiyorum. Bildiğim tek şey, kalbinin atışını duyuyor olmam. Acıyla çırpınıyor yerinde, tıpkı benimki gibi.
Özür diliyorum ondan. Gözlerimle. Keşke beni hiç tanımasaydı, sevmeseydi. O, kalbimde tatlı bir aşk acısı olarak kalsaydı.
Gerçekleri tek tek anlatmalıydım. Böyle öğrenmemeliydi. Böyle öğrenmeye hakkı yoktu. Onu bu kadar kırmaya hakkım yoktu.
GERİYE DÖNÜŞ
Dilim damağım kurumuş bir şekilde karşısında dikilmişken, vicdanım beni yok etmek üzereydi.
Önümde öylece durmuş, teklifinin kabulünü bekliyordu. Her şey birbirine girmişti. Hayatım berbat olmuştu. Bunun sorumlusu bendim. Her şeyin sorumlusu bendim.
Bir sürtük gibi davranmıştım. Jeremy'nin varlığını bile bile, Justin'i istemiştim. Kalbime söz dinletemiyordum.
Onu hak etmiyordum ki.
Cevabımı bekleyen Justin yüz ifademi gördüğünde bakışlarını değiştirdi. Kehribar rengi gözler acıyla yandı. Kalbim gibi.
Ağladım. "Üzgünüm." Başımı sağa sola salladım. Ayağa kalktı. "Hayır lütfen." Ellerimi tuttu. "Bana öyle bakma lütfen." Hıçkırdı. Yine, "üzgünüm." Dedim. İnanamaz gibi baktı.
"Yaptığım her şey için üzgünüm, lütfen." Başımı sağa sola salladım. Onu görmüyordum. Dudaklarımdan dökülen hıçkırıkları engelleyemedim.
Yapamazdım ki. Babamı seviyordum. Ve o lanet herif istediğini yapacak güçteydi.
En baştan hata yapmıştım zaten.
"Gidemezsin," dedi. "Bu benim ölümüm olur." Yanağını tuttum. "Ağlama." Elini elimin üzerine koydu. "Lütfen ağlama." Mırıldandım. Avucumu öptü.
"Her şeyi öğrendiğinde, seni hak etmediğimi anlayacaksın." Gözlerimi yumdum. Son kez değen tenlerimizi hissettim.
"Hayır," dedi. "Biz birbirimizi hak ediyoruz." Başımı iki yana salladım.
"Bana sonumuzmuş gibi bakma." Avucumu tekrar öptü. "Lütfen. Beni affettiğini söyledin." Ağladım. O da ağladı.
Giderken yapabildiğim tek şey özür dilemekti.
GERİYE DÖNÜŞ SONU
Yaşamak istemiyordum. Ama intihar etmekte istemiyordum. Böyle bir acı görmemiştim. Geçmiyordu. O böyle gerçekleri öğrenmiş bir şekilde gözlerime bakarken, ruhumun çekildiğini hissediyordum.
Sanırım ben, imkansızı istemiştim. Mutlu olmak için sınırlarımı fazla zorlamıştım. Hayatın ağına düşenlerdendim.
Eliyle ağzını kapattı. Etrafına gerçek olup olmadığını ölçmek için bir bakış attı. Boğazının düğümlendiğini biliyordum. Herkesin cevabımı beklediğini de biliyordum.
Yine de ayağa kalktım. Sadece o vardı. Sadece ben vardım. Sadece duygular vardı. Sadece acı vardı.
"Justin," mırıldandım. Onun acı çekmesine dayanamıyorum. O benim her şeyim.
Arkasını döndü. "Justin," bağırdığımı sandım. Ama sesim soluk gibiydi.
Bir el kolumu sıkıca kavradı. "Kalabalıkta kimi gördün bilmiyorum ama evet demek için süren kısıtlı." Jeremy kulağıma doğru tısladı. Tanrım, lütfen yardım et. Dayanamıyorum.
Aşkım gidiyordu. Aşkım gitmişti. Harekete geçtim. Gideceğimi anlayan Jeremy beni bırakmadı.
"Yemin ediyorum tek bir telefonum yeterli. Hayatındaki tek insanı da almam için tek bir telefon yeterli." Dondum.
Bu acıyla yaşayamam. Ama babam, onu kaybedemem. Benim yüzümden ona bir şey olursa bu vicdanla yaşayamam. O bana annemden kalan tek şey. O annemi hatırlatan tek şey.
Yutkundum. Ona baktım. Bir anda gelmiş, hayatımı darmaduman etmişti. Tıpkı ansızın gelen azrail gibi.
"Evet," dedim. "Jeremy Bieber'i eşim olarak kabul ediyorum."
Ve ilk aşkımı böyle kaybettim.
#son14