BEN GELDİM :) ŞU AN HERKESİN SURVIVOR İZLEDİĞİNİ BİLİYORUM :) BEN DE BİRAZ SONRA İZLEMEYE GİDECEĞİM :) İLGİNİZİ ORADAN BURAYA ÇEKEBİLDİYSEM NE MUTLU BANA :)
YORUM VE OYLARINIZI EKSİK ETMEYİN :) BİLİYORSUNUZ İKİSİNİ DE YAPMAK ZOR DEĞİL :)
HİKAYEYİ BEĞENİYORSANIZ ÖNERMEYİ VE BENİ WATTPAD DE TAKİP ETMEYİ UNUTMAYIN :)
Deniz'in bakış açısından;
Akşam saat sekiz sularıydı. Hazırladığım çoğu kişi için vasat sayılabilecek benim içinse adeta bir şaheser olan yemeği masaya taşıyordum. Her insanın kolayca yapabileceği bu iş benim için şu an oldukça zordu çünkü bir kolumda bir yaşında, hiç de hafif olmayan bir bebek vardı. Elimdeki tabak masayla buluşur buluşmaz kapı çaldı. Birden gözlerim Ayşe ile buluştu. Sanki ondan kim olduğuna dair bir fikir alabilecekmişim gibi. Aptallığıma acıyarak kendimi göz devirerek aşağıladım ve kapıya yürüdüm. Kapıyı açmadan hemen önce durdum ve bir kez daha Ayşe'ye baktım. Bu seferki ondan birkaç kelime duyabilmek için değildi. Sadece kapıyı onunla birlikte açıp açmamanın doğru olup olmadığını sorguluyordum. Tanınan, bilinen, magazincilerin içlerine peynir koydukları kafeslerine tıkmaya çalıştıkları bir Youtuber'dım ve onların geniş istihbarat servislerini göz önünde bulundurursam şimdiye evimin bulunma olasılığı yüksekti. Bu düşünceyle gözlerim büyüdü, vücudum kırmızı alarma geçti, kanımın üzerinde kayıkla gezintiye çıkan telaş kahkahalar atmaya başladı. Korkutucu kahkahalar arasında beynim ürkütücü bir sesle "Seni buldularsa Barış'ın evini de bulmuşlardır" dedi. Sesi bir hayalet sesini andırıyordu. Titredim, kapıdaki kişinin kapıya bir kez daha çalmasıyla sıçradım. Paranoyak mı davranıyordum ne? Güldüm.
"Hadi oradan ben ve paranoyaklık..." Kendi kendime konuşuyordum. Peki, belki paranoyak değildim ama aklımı yitirmeye başladım söylenebilirdi. Dikkatimi asıl görevim olan kapıyı açma işine verince uzaklaşan ayak sesleri duydum. Kapıdaki kişi muhtemelen beklemekten sıkılmıştı ya da evde kimse olmadığını düşünüp gitmeye karar vermişti. Acele ile kapıyı açtım. Bir adam bizim evden karşı eve doğru yürüyordu. O adam yapılı, uzun boylu, sarışındı. Böyle fiziki özelliklere sahip olan ve karşı eve rotasını çeviren başka bir adam daha tanımıyordum. "Hey" diye seslendim ona. Bedenini yavaşça bize döndürdü. Güneş ışınları yüzünü, bir spot ışığı misali kaplamıştı. Gözleri aşırı ışıktan kısıldı, elini karşıyı -bizi- daha iyi görebilmek için gözlerine siper etti.
"Evde yoksun sandım" dedi. "Kapıyı iki kere çaldım ama açmadın. Ben de yoksun diye düşündüm. Eve gidiyordum." Evet, kovboy. Durumu iyi açıkladın.
"Gördüğün gibi evdeyim" Sonra kucağımdaki Ayşecik'i hatırladım ve onunla birlikte küçük bir kız çocuğu gibi iki yana sallanarak kurduğum cümlenin eylemindeki şahıs ekini düzelttim. "Evdeyiz. Gelsene. Yani istersen..." Yüzüm kızardı. Utanmıştım. Utanmıştım çünkü kendimi bir anda ahlaksız bir teklifte bulunuyormuşum gibi hissetmiştim. Barış söylediğimin üzerine sırıttı. Sırıtmasının hayra alamet olmadığının üzerine bahse girebilirdim.
"Kahve de yapacak mısın?" Ne demiştim ben?
"Eve" dedim elimi tavuk kovalar gibi sallarken. "Hadi. Git annen yapsın sana kahveyi." Başını iki yana sallarken dilini damağına değdirdi, ağzından olumsuz yanıt verdiğini gösteren bir ses duyuldu.
"Ben o tarz ilişkilere karşıyım" dedi. Pişkin pişkin sırıtıyordu ve bu sinirlerimi kaldırmaya yetiyor, artıyordu bile. Serseri adımlarla, elleri cebinde yanımıza geldi. "Ee, geçmiyor muyuz?" Sakinleşmek adına derin bir nefes alırken gözlerim birkaç saniyeliğine kapandı. Etrafı yeniden görmeye başladığım ise sorusuna cevap vermek yerine içeri girmeyi seçtim. Salonda yemeğimi bıraktığım masaya ilerlerken kapıyı arkamdan yüzüme kapatmadığım için pişmanlık duyuyordum. Keşke yapsaydım! Çok değil önümüzdeki birkaç saniye içerisinde bunu yapmadığım için kendimi pataklamak isteyeceğimi biliyordum. Adım gibi emindim buna. "Makarna ha? Pek marifetliyiz bakıyorum." Masanın bir ucundaki sandalyeyi çekip oturdu. Kucağımda ağırlığından dolayı rahatsızlık duymaya başladığım Ayşe'yi sormadan öylece Barış'ın kucağına bıraktım.