BEN GELDİM :) MİZAHTA 70' E KADAR YÜKSELDİK :) MÜTHİŞSİNİZ :)
YORUMLAMAYI/ OYLAMAYI/ BENİ WATTPAD'DE TAKİP ETMEYİ/ HİKAYEYİ ÖNERMEYİ UNUTMAYIN.
BİR DE HİKAYE KAPAĞI YAPMAKLA PROFESYONEL ANLAMDA UĞRAŞABİLECEK BİRİ VARSA BENİMLE İLETİŞİME GEÇEBİLİR Mİ?
BARIŞ'IN BAKIŞ AÇISINDAN;
"Barış evde mi? Evde ise çağırabilir misiniz?"
Lokma ağzımda tıkılı kalıp boğazımda büyüyüp dururken babamın kapının alacaklı gibi çalınmasının ardından açılan radarları bana çevrilmiş, dikkatle beni süzüyordu. Gelen kişinin benim adımı zikretmesi onu da şaşırttığı aşikârdı lakin beni şaşırtan benim ismimin zikredilmesi değil zikreden sesin ait olduğu kişiydi.
Onun buraya gelmesi durumuyla başa çıkması zordu, ne yapacağımı bilemiyordum ki babam ile bakışmamızın da bana bir yararı dokunmuyordu. Bakışları ile yapmam gerekeni bana söylüyor, bana tavsiye veriyor gibiydi fakat ben anlayamayacak kadar aptaldım. Bildiğim tek şey onu görmeye hazır olmadığımdı ve bu bilginin de bana verdiği yegâne fikir kaçıp saklanmamdı. Fikir ne kadar basit, bilindik ama bir o kadar da etkili olsa da benim için kurtuluşa giden bir seçenek değildi çünkü annem çoktan bana seslenmiş, onun evimize geldiğini haber etmişti.
Yapacak bir şey kalmadığında çaresiz, isteksizce yerimden kalktım, kaplumbağayı aratmayacak cinste ağır adımlarla kapıya yürümeye başladım. Annem ile o görüş açıma girdiğinde ağır olan adımlarım daha da yavaşladı, dışarıdan hareket ettiğim bile zar zor fark ediliyordu. Adımlarımı yavaşlatıp yolu uzatmak fikri aklıma gelen her fikir gibi başta dâhiyane gözükse de gerçek şeffaf bir kürenin içerisinde ışıklarla bezenip parladığında aptallığım su yüzüne çıkıp yerin dibine girmek istememe neden oldu. Karşımdaydı işte. Bir adım da atsam üç adımda atsam... Ne fark ederdi ki?
Adımlarım sonlanıp yanlarına vardığımda annem gülümseyerek yanımızdan ayrılıp bizi yalnız bıraktı. Girişte sadece ikimizin bedeni kalmış, atmosfere onun çiçek kokusu karışmıştı.
"Günaydın" dedi. Başı dik, üzerinde anlam veremediğim, belli etmek istemese de bir sinir vardı. Burada olma nedenini merak içerisinde duymak için beklerken tahminlerim yok değildi. Bugünün ne olduğunu, şu an burada değil başka bir yerde, başka bir iş ile meşgul olmam gerektiğini biliyordum ama burada kalmayı tercih etmiştim. Tercihimin onu buralara kadar sürükleyeceğini, kapıma dayanacak kadar umursayacağını önceden kestirememiştim hiç.
"Günaydın"
"Savaş gelmeyeceğini söyledi." diyerek konuya direkt girdiğinde tahminlerimde yanılmadığımı görmüştüm. "Bugün Ayşe'yi dayısına götüreceğimiz, belki de teslim edeceğimiz gün. Belki unutmuşsundur diye gelip hatırlatmak istedim."
"Günün anlam ve önemini biliyorum." Söyleyeceğim sözlerin onda şok etkisini yaratacağını bildiğimden birkaç saniye sessizlik arası koydum konuşmamıza. Sözlerimin onu şoka uğratacağı kadar bana yaşatacağı da pişmanlıktı. Bunu bilmeme rağmen kelimeler ağzımdan birer birer dökülürken hiç çekinmemiştim. "Ama gelmeyeceğim." Deniz tahmin ettiğim üzere beni yanıltmadı, ağzı hafif aralanıp kalakaldı, bir şey söyleyemedi. Sözlerin tükendiği yerde gözler konuşur derlerdi lakin onun gök mavisi gözlerinden de bir çift kelam duyulmadı, sadece şaşkınlığın çığlığı sardı etrafı. Bir süre konuşması için beklesem de zaman ilerledi, o konuşmadı. Belli ki konuşmasını buraya kadar hazırlamış ya da konuşmanın bu yöne sapabileceği aklından geçmemişti. "Başka bir şey yoksa kahvaltıma döneceğim." Deniz başını iki yana salladı, hayatımda ilk defa o an hüznün nasıl gözüktüğünü görmüştüm.