ÖNCELİKLE MİLLETİMİZİN BAŞI SAĞ OLSUN! SEBEP OLANLARIN HEPSİ ALLAH'INDAN BULSUN!
UMUDUMSENDE TATLIM SENDEN ÖZÜR DİLİYORUM BÖLÜM İKİ GÜN ÖNCE GELECEKTİ SANA ÇITLATTIM AMA SÖZÜMÜ TUTAMADIM ÜZGÜNÜM :( O YÜZDEN BÖLÜM İTHAFI SANA :) UMARI M AFFEDİLİRİM :)
BÖLÜMLER BU HAFTA NE KADAR GERÇEKLEŞTİREMESEM DE BAYRAM HAFTASINI DA SAYMAZSAK BAYRAM HAFTASINDAN SONRA HAFTADA İKİ BÖLÜM OLARAK PAYLAŞMAYI DÜŞÜNÜYORUM VE YAKIN ZAMANDA YENİ HİKAYEMİN İLK BÖLÜMÜ DE SİZLERLE OLACAK.
YORUM, OYLARINIZI, WATTPAD'DE BENİ TAKİP ETMEYİ UNUTMAYIN.
Ö-PÜL-DÜ-NÜZ :)
Deniz'in bakış açısından;
Odamda değişik, bir insanın başına kolay kolay gelmeyecek olaylarla bezeli geçen bir sürenin ardından ilk defa yalnız uyanmıştım. Yatağın sağ tarafında etrafında uyurken düşmemesi için konulmuş yastıkların arasında uzanan küçük insanı yanımda görememek keskin bir telaş duygusunu ayak parmaklarımdan saç diplerime kadar hissettirmişti. Yaşadığım bu küçük, anlamlı, üzerine oturup düşünebileceğim ve sayısız çıkarımda bulanabileceğim bu telaş duygusu küçük insanın aşağıda Barış'ın kucağında olduğunu bilmek içimi hem rahatlatmış, hem de ayrılık vakti yaklaştıkça çoğalarak beni boğmaya çalışan tarifi güç hislerimi depreştirmişti.
Barış'ın sabahın köründe burada olmasını pek hoş karşılamasam da şikâyet etmeye ayıracak zamanım da yoktu. Ayşecik'in gitmesine saatler kala kendimi farklı aktivitelerden soyutlamak, diğer insanlarla uğraşmayarak geçirmek istiyordum. Bu yüzden Barış'ın sabahın köründe hep beraber kahvaltı yapalım önerisiyle gelmesini, Savaş'ı da beraberinde sürüklemesi üzerinde konuşacağım bir konu değildi.
Evet, Barış hep birlikte kahvaltı etmek istemişti, istiyordu. Son bir kez... Evet, bu büyük bir ihtimalle son bir araya gelişimiz olacaktı, eğer birileri bebeklerini bırakmak için uygun yer olarak bizi seçmezlerse. Ayşe gittikten sonra atalarımızın deyimiyle evli evine köylü köyüne gidecekti. Ayşe hepimizi bir arada zorunluluktan da olsa tutan bir mıknatıstı ve güç kaynağı yok olduğunda hepimiz bir yere savrulacaktık. Onlar sokağın karşı tarafına bizse evimizde kavga dövüşlü, bol video çekmeli, ol vloglu günler geçirecektik. O günleri özlemiştim. Vlog çekerken duyduğum keyif, neşe Ayşe'nin gidişinin üzüntüsünü hafifleten yegâne unsurdu.
"Ah, sonunda" diyen Derya'nın sesini duyduğumda bastığım her basamağa dikkat edip yuvarlanmamak için ekstra çaba sarf ederek merdivenlerden iniyordum. Kafam çok dolu, aklım çok karışık, dikkatim çok dağınıktı. Benim üç kırmızı ışıklılar diye adlandırdığım kavramlar tehlike çağırıcılardı. Son basamağı da dikkatle inip iki ayağımda zeminle buluştuğunda nihayet başımı kaldırıp etrafıma bakabilmiş Derya ile Savaş'ı, hazırladıkları mükellef sofrayı, koltukların arasında yere oturduğundan pek fark edilmeyen Ayşe'ye yürüme egzersizi yaptıran Barış'ı görebilmiştim. Anında manzaranın zihnimde bir fotoğrafını çektim ve arşive kaldırdım. Umarım bir gün unutulup gitmezdi.
"Günaydın mavi göz"
"Günaydın" diye şakıdım. Sesim beklediğimden neşeli çıkmıştı. Anlaşılan sesim ruhum kadar bir melankoliye sahip değildi.
"Çok neşeliyiz bakıyorum" dedi Barış iğneleyici bir tonda. Bu da neydi şimdi? Zihnim ne kadar yukarıda herkesi umursamama kararıma sadık kalmamı söylese de böyle apaçık yapılmış bu saldırıyı karşılıksız bırakacak bir iradeye sahip değildim.
"Evet" dedim ona bakarak. "Çok mutluyum. Seni bir daha görmeyeceğim ya" Barış bir iki saniye boyunca kıpırdamadan gözlerimin içine baktı, ardından başını eğip Ayşe ile ilgilenmeye devam etti. Odada bir anda soğuk rüzgârlar esmeye başlamış, masanın etrafında dikilen Savaş ile Derya puttan farksızdı. Sandalyeyi çekip masaya yerleşirken yaptığımdan şimdiden rahatsız olmaya başlamıştım bile. Hep böyle oluyordu. Dilimi tutamıyor, sonra da pişman oluyordum. Büyüdükçe değişen huylarımızın içerisinde umarım bir gün bundan da kurtulacaktım.