ÇOK ÇOK GÜZEL BİR BÖLÜM DAHA :) YANİ... BENCE :) BÖLÜMÜN İÇERİSİNDE BİR CÜMLE VAR. O CÜMLE KALIN HARFLERLE OLACAK. ONU CEVAPLAMANIZI İSTİYORUM :)
ŞİMDİDEN MİZAHTA 169 DAYIZ. DAHA YÜKSEKLERE İNŞALLAH :)
Ö-PÜL-DÜ-NÜZ!
YORUMLAMAYI/OYLAMAYI/BENİ WATTPAD'DE TAKİP ETMEYİ/HİKAYEYİ ÖNERMEYİ UNUTMAYIN!
Deniz'in bakış açısından;
"Niye bu kadar erken gidiyoruz ki? Daha hava bile aydınlanmadı!" dedi Savaş elinde Ayşe'nin eşyalarını koyduğumuz çantayı taşırken. Çantayı arabanın bagajına koymak için ilerlerken yarı yolda duraksayıp elini yüzüne siper etti. "Çekin şu güneşi şuradan!" Gözlerimi onun bu hal ve tavırlarına tepki koyacak derecede abartarak devirdim. Dibimde dikilen Barış hareketime gülerken Savaş'a seslendi.
"Mızmızlanıp durma" dedi. "Yeter sabahın köründen beri başımızın etini yedin!"
"Ben de onu diyorum!" Savaş elindeki çantayı bırakmaktan çok bagajın içerisine attı ve bagajın kapağını sertçe kapayıp bize döndü. "Hala sabahın köründeyiz!"
"Hala gitmiyor muyuz?" Derya arabanın arka koltuğunda kucağında Ayşe ile otururken başını pencereden çıkarıp konuşmaya en gereksiz yerinde en saçma cümle ile dâhil oldu. Bu soruyu belli aralıklarla sormaya devam ediyordu ve gözümde Savaş'ın da Derya'nın da birbirinden farkı yoktu. İkisi de çocuk gibiydiler.
"Bilmem" dedim Barış'a dönerek. Şu an belki de yapmam gereken en doğru hareket Barış'a değil Allah'a yönelmek olurdu çünkü sabra ihtiyacım vardı. Fazlasıyla. "Bilmem abisi gidiyor muyuz?" Barış hemen oyunuma ayak uydurdu.
"Uslu bir çocuk olursa neden olmasın? Çok çok uslu durursa yolda belki ona şekerde alırız."
"Aa" Oyunu ciddiyetle devam ettirmek istesem de gülmekten kendimi alıkoyamıyordum. "Savaş'ı da unutmayalım abisi. Şimdi birine alıp diğerine almamak olmak." Barış da saklamaya çabaladığı gülücüğünü ortaya saldığında Derya
"Oksijen israfları" dedi. Yüz ifadesi en ölümcül seri katillere yakışacak cinste karanlıktı. Bedenini de geri çekip karanlığa gömdü, camı kapadı. Savaş gözleri yarı kapalı güneşe söve söve arabanın etrafını kıvrandı, arkaya Derya'nın yanına oturdu. Ön arabayı kullanacak Barış ve bana kalırken bu hesapladığım, gerçekleşmesini beklediğim bir durum değildi. Gece boyu bugün hakkında düşünürken öne Savaş'ın oturacağını varsayıyordum ki öyle olsaydı her şey daha kolay olurdu.
Barış ile aramızda garip bir hava, tuhaf bir elektrik, sadece bizim anladığımız bir iletişim vardı. Bu üçlü videoyu izlediğim günün ardından okuldan eve döndüğümde Barış ile karşılaşmamdan beri peydahlanmıştı ve yaşamayı zorlaştırıyordu. İkimizin de ne düşündüğü belliydi ama sözlere dökemiyorduk bir türlü. O videoyu görüp görmediğimi bilmek, gördüysem ne düşündüğümü delicesine öğrenmek istiyordu. Gözlerinden açıkça okuyordum bunu ama bir türlü ikimizde bu konuşmayı yapamıyorduk. Konuşmayı yapmadığımız her saniye aramızdaki diyalogu, ilişkiyi samimiyetsizleştiriyordu çünkü ikimizde konuşuyorduk fakat söylemek istediklerimiz bu kelimeler, bu cümleler değildi. Bu işe kısa zamanda bir çözüm bulmalıydık ama ilk adımı atabilecek kişinin ben olabileceğimi sanmıyor, ihtimal dahi vermiyordum.
Sokakta dikilen tek biz kaldığımızda Barış'a ufak bir tebessümle baktım. Tebessümüme karşılık verirken eliyle bana yolu gösterdi, ben önden ön yolcu koltuğuna ilerlerken o da sürücü koltuğuna geçti ve nihayet yolculuğumuz başladı. Yol sıkıcı olsa da nereye gittiğimizi bilmemek olaya heyecan katıyordu. Barış gideceğimiz yerin sürpriz olacağını söylemiş ne kadar uğraşsak da ağzından bir kelime dahi alamamıştık. Merakım araba yol kat ettikçe artınca Barış'a döndüm ve şansımı bir kez daha denedim.