YENİ BÖLÜMMMM :) HEPİNİZ KOCAMAN KOCAMAN ÖPÜLDÜNÜZ :)
YORUMLAMAYI/OYLAMAYI/BENİ WATTPAD'DE TAKİP ETMEYİ HİKAYEMİZİ ÖNERMEYİ UNUTMAYIN.
BARIŞ'IN BAKIŞ AÇISINDAN;
Rüyamda görebileceğim en güzel sahneyi görüyordum ki neye uğradığımı şaşırtan şiddetli bir gürültü yataktan sıçrayarak uyandırdı beni. Tam da en iyi Youtuber ödülünü alacakken... Yapılır mıydı bu bana?
Ne olduğunu algılamak amaçlı etrafa uykulu, boş, saf bakışlar atarken aynı gürültü bir kez daha duyuldu ama bu seferki bende bir öncekinin bıraktığı etkiyi gösteremedi. Zihnim gürültünün ne olduğunu çözmüştü ki şu an ki ruh halim telaştan çok şaşkınlık barındırıyordu. Gürültü çok geçmeden bir daha duyulduğunda ayaklarımı yataktan sallayıp ayaklandım. Annemin gereksiz evham yapıp küçük bir sakatlık geçirdiğimden beni koyduğu, burada yatmaya zorladığı alt kattaki misafir odasının penceresine ilerledim. Gerçekten oluyordu. Ağustos ayında sağanak yağmur yağıyor, her tarafı sel götürüyor, bomboş, ıssız, zavallı sokak gök gürültüsünün habercisi olduğu simşeğin ışığı ile aydınlanıyordu. Gözlerimin önünde yılın bu mevsiminde, mevsimin bu ayında gerçekleşen bu olağan dışı tablo beni dehşete düşünürken içten içe acaba kıyamet mi yaklaştı diye düşünmeden de edemiyordum.
Tonlarca suyun gökten düştüğünü izlemek susadığımı fark ettirdi. Pencerenin önünden ayrılıp su ihtiyacımı gidermek için mutfağa yollandım. Mutfağa geldiğimde su yoksunluğum hat safhaya ulaştı, hiç vakit kaybetmeden içinde bardakların sıralandığı dolabı açıp içerisinden bardak aldım. Bardağı soğuk su ile doldurup diktiğimde o mükemmel diye tasvir edilen cenneti gerçek dünyada yaşadım. Allah kimseyi aç, susuz bırakmasındı.
Elimdeki dörtte biri dolu su bardağı ile salona geçtiğimde uykum iyice kaçmış yatağa dönesim yoktu. Ben de bu milyonda bir görülür tabloyu son zerresine kadar yaşamak için salonun bir koca duvarını kaplayan camekânın önüne konulmuş tekli koltuklara yürüdüm. Onlara oturup manzarayı dosyasına yaşamaktı planım. Öyle de yaptım. Gecenin karanlığında, saat kim bilir kaç elimdeki çoğu içilmiş su bardağımla koltuklardan birine oturdum ve geçici bir günlüğüne kaldığım misafir odasının penceresinden dar bir açıyla gördüğüm sokağı net bir şekilde gördü gözlerim. Çok da bakılacak bir şey yoktu açıkçası ama gözlerim evinin bahçesinde battaniyeye sarılı elinde kupasıyla oturan Deniz'i anında fark etmişti.
Onun yanına gitmek istedim. Oturarak esaret altına alınmış bacaklarım gitmek için isyana kalkıştılar ve ben onların isyanını bastırmak için yeterince kararlı, otoriter hatta dirayetli hiç değildim. O yüzden yeni yetmeler gibi heyecan içerisinde yerimden kalktım, kapıya ilerledim. Kapıyı açıp dışarı çıkmaya hazırlandığımda yağmur şiddetini arttırdı fakat hangi koşulda olursa olsun oraya gitmeye kafama koymuştum bir kere. Geri dönmeyecektim. Yine de bu yağmurda böylece dışarı çıkmak akıl karı değildi bu yüzden kapıyı açık bırakıp içeri girdim, portmantoyu açıp içerisindeki şemsiyelerden siyah bastonlu olanı seçip aldım. Şemsiyeyi elimde sıkıca tutup gülümsedim, önümde gitmeme hiçbir engel kalmadığındandı bu yüzümdeki hareketlilik.
Bahçe kapısını arkamdan kapatıp sokağa adım attığımda elimde başımı, vücudumu korusun diye aldığım şemsiyenin bir halta yaramadığını bedenimin yan tarafının baştan aşağı su olduğunu gördükten sonra anlamam içler acısıydı. Bu dünyada her şeyi zor yoldan anlamak zorunda mıydık biz?
Koşa koşa karşıya geçtim. Elim zile basmaya uzanmışken saati göz önünde bulundurarak içeride uyanan insanlar olduğunu hatırladım, elimi çektim. İçeri girmeliydim. Bunu zile basarak yapamıyorsam başka bir çözüm bulmalıydım. Evin yanında uzanan çitlere uzun baktım. Çok uzun değildi. Bir de açımı değiştirip başımı yana yatırıp izledim çitleri. Atlardım herhalde. Atlardım, atlardım.