Elimde nereden bulduğumu hatırlamadığım tenis topunu yattığım yerden beri duvardan kendime doğru sektiriyordum. Diğer elimi başımın altına koyup sol ayağımı sağ ayağımın üzerine attım. İnsanların uyandığını ve telaşlı adımlarıyla hazırlanmaya başladıklarını duyabiliyordum. Derin bir nefes alarak neden yaşamıyormuş gibi hissettiğimi düşündüm.Bir aydır.
Yaklaşık bir aydır buradaydım ve aldığım hiçbir nefes beni tatmin edemiyordu. Bir şekilde cansız hissediyordum. Buraya attığım ilk adımdan beri bu böyleydi. Kanımın damarlarımda aktığını hissetmiyor, yaşadığıma dair en ufak bir emare bulamıyordum, nefes alıp vermem dışında. Yani hissizdim. Tekrar derin bir nefes aldım.
"Hilal! Uyan! Geç kalacaksın!"diye bağırdı odamın kapısını kırmaya çalışırcasına vuran Nil, yani o kızıl saçlı kız. İç çekip topu sektirmeye devam ettim. Umurumda değildi. Ne geç kalmak, ne ardından sorumsuz olduğuma dair yiyeceğim azar, ne de sonrasında çarptırılacağım ceza. Ne fark ederdi ki? Ha cezalı, ha cezasız. Burada olmak istemiyordum.
"HİLAL!"diye bir çığlık koptu koridorun başından. Gözlerimi devirip bıkmış bir nefes verdim.
"GELİYORUM!" Gittiğim falan yoktu. İnadına geç kalmak istiyordum. Topu sektirmeye devam ettim. Bir aydır boyunca yaptığım tek şey üstlerime karşı gelmek ve hiçbir kurala uymamaktı. Kimsenin yaptığım şeylere anlam veremediğini biliyordum. Çok şükür(!) Nil kankam(!) bana hakkımda ne söylenti varsa iletiyordu.
"Neden böyle davranıyorsun Hilal?... Üstlerine karşı gelmemen gerektiğini bilmiyor musun Hilal? Neden geç kalıp duruyorsun Hilal?... Çok fazla dikkat çekiyorsun Hilal... İnsanlar sana bakıyor Hilal... Kimse sana anlam veremiyor Hilal... Dikkat çekmeye çalıştığını düşünüyorlar Hilal...Mızmızlık yaptığını düşünüyorlar Hilal... Ana kuzusu diyorlar Hilal..."
Ana kuzusu... Ne güzel kelimeydi o öyle. Ana kuzusu. Vay be.
51 Hilal. 51. Yasak.
"HİLAL!" Kapı kırılmamak için menteşelerine sarılırken açıldı ve kırmızı suratıyla Nil girdi içeriye. Kızgın görünüyordu.
"Hemen oradan kalkıyorsun Asi Asker. Hemen."
Kızıl saçlarını savurarak kıpırdamayan bedenime doğru yaklaştı. Artık iyileştiğinden emin olduğum ama bandajının çıkmasına iznimin olmadığı kolumdan tuttu ve beni doğrulttu. Ardında bakımlı elini kaldırdı ve parmağını tehdit edercesine burnuma doğru sallayıp "Bugün geç kalmıyoruz. Onbaşı'nın kesin emri var." Kaşlarımı kaldırdım.
"Onbaşı bizim geç kalmamamız için özel emir mi verdi?"diye sordum. Gözlerini kıstı ve alınmış gibi kollarını kavuşturup asabice "Ne münasebet. Benim değil, senin."dedi. Gülümsedim. Ya da haince sırıtmış da olabilirdim.
"Bu gülüşün anlamını biliyorum ve cevabım hayır. Bu kez olmaz. Bu emri ben aldım ve ben emirlere karşı gelmiyorum. Ve sen de mümin kardeşim, eğer seninle birlikte ceza almamı istemiyorsan o hain bedenini kaldır ve seri bir şekilde hazırlan. Yoksa seni o çok beğendiğim uzun saçlarından sürüklerim."dedi ciddiyetle ve beklemeye başladı.
Gitmeyecekti. Biliyordum. Suratımdaki sırıtışı silerek kalktım. Topu yatağa fırlatıp dün bir paçavra gibi çıkarıp attığım eğitim giysilerini yavaş yavaş giydim. Bilerek yavaş hareket ediyordum ama Nil'in baskıcı bakışları beni geriyordu. İster istemez hızlanıyordum.
Hazır olduğumda yatağımın üzerindeki topu alıp kapıya doğru adımladım. Ama Nil olduğu yerde duruyordu. Dönüp "Gelmiyor musun?"diye sordum. Bana anlayamaz bir şekilde bakıyordu. "Ne?"dedim kaşlarımı kaldırarak. "Yatağını toplamayacak mısın?"diye sordu hayretle. Dağınık yatağıma bir bakış atıp umursamazca baktım ve omuz silktim. "Umurumda değil." dedim. Bir bana bir yatağa kararsızca baktı. Yatağımı toplamaya zamanı var mıydı onu hesaplıyordu ama olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAFAK Asker
General Fiction"Komutanım."dedi Üsteğmen alçak perdedeki bir sesle. İstemiyorum, dememişti ama bu seslenişi bu anlama geliyordu. Elini kaldırdı Komutan. İtiraz etmesine izin vermedi. Kaşlarımı kaldırdım. İtiraz edemiyor muyduk yani, bir şeyi istemiyorsak? Buranın...