"Sana sahip olduğumdan bile emin olmadığım bir şey verdim."
***********************"Teninin üzerinden kayan bi buzdur
Uzak bakışlarım" Müziğin sesini biraz daha açıp kulaklığımın kulağımı acıtmasına izin verdim.
"Hiç izlememiş olsaydım bu filmi canımı acıtırdı"
Bu ara bu şarkıya takmıştım kafayı. Belki bana Aras'ı hissettirdiği içindi. Ah, diye düşündüm. Aras...
Aras'a duyduğum sevginin gün geçtikçe büyümesi, hayır, bu kadar büyümesinden ürküyordum. Önüne geçilemeyen, büyük, hayır, baya büyük bir yangına dönüşmesi herkesi ürkütürdü. Eğer bilselerdi. Evet, eğer bilselerdi.
Söylemiyordum. Ağzımı yapıştırmışlar gibi, Aras'la olan ilişkimden, aramızın iyi ya da kötü olduğundan, ona kızdığımdan ya da onu çok sevdiğimden hiç kimseye bahsetmiyordum. Edemiyordum. Aras'a bile.
Kelimelerle anlatamadığım, anlatmaya cesaret etmediğim, edemediğim bir sevgiydi bu. Bazen onu çok sevdiğim için ağlıyordum. Gerçekten. Yüzü gözümün önüne her geldiğinde, içimdeki meşale saçlarımı ateşe veriyor, tüm bedenim ateşler içinde yanıyordu sanki. Onu görmek için dayanılmaz bir istek duyuyordum. Sadece yüzüne bakarak, belki sadece ellerine bakarak bile saatlerimi geçirsem bir dakikasını bile israf olmuş saymazdım. Ona duyduğum sevgi, kendim için tehlikeliydi.
Hak etmediği için değil. Beni yeterince sevmediği için değil. Beni, benim onu sevdiğim gibi sevmediği için de değil –kimse kimseyi benim onu sevdiğim gibi sevemezdi-. Konu Aras'tan bağımsız olarak, benim kaybolan, ama geri gelip gelmeyeceğini bilmediğim canavarımdı. Ve mesleğimiz. Ana nokta mesleğimizdi.
Aras geçen sefer söylemişti. Biz tehlikeli bir işin içindeydik. Özellikle ben. Hep ölümün eşiğindeydim. Hiç kimse beni hayatımla tehdit etmese bile, kafamın içindeki delilik sınırını geçtiğim an kendimin hayatını tehdit edebilirdim. Ve Aras da, şu an benim yüzümden yatıyor olduğu gibi, yine benim yüzümden hayatından olabilirdi. Ve işte o zaman ne yapardım düşünemiyordum. Hayır, düşünmek bile istemiyordum. İntihar etmek, dini inançları bir köşeye koysan bile, edene kadar geçen sürede çektiğin acıya katlanabilmek meseleydi. Edebilecek miydin, o da meseleydi. Edemezsen çektiğin acıyı nereye koyacaktın, o meseleydi.
Başımı iki yana salladım, düşünceleri silkelemek için. Kötüyü çağırmayacaktım hayır.
Uzandığım yerden kalkıp kulaklığı çıkardım. Telefonun ekranı aydınlandığında saate baktım. Hazırlanma saati gelmişti.
***
Yaklaşık iki saat sonra huzursuz uğultular eşliğinde herkes eğitim odalarına dağılmıştı. Uğultular huzursuzdu, çünkü kimse –eşkarargahtan gelenler dahil- kuralların ve turnuvanın şeklinin değişmesinden asla memnun değildi. Aslında benlik sıkıntı yoktu. Hatta memnun bile olmuş sayılırdım, çünkü kısa sürecekti. Bu yeni yüzler hemen gidecek demekti bu da. Alışmadığım kişileri görmekten pek huzur bulmuyordum, anlarsınız ya. Asosyaldim ya.
Yeni turnuva, tek tura düşürülmüştü. Her alanda yapılacak olan üç ayrı tur, şimdi bir taneydi. Ve sadece 1. Dönemler yarışacaktı. Berkay kafayı yiyecek. Haftaya Pazartesi ilk önce ajanlarınki, ardından Salı günü sağlığınki, Çarşamba Askerlerinki ve Cuma da bizimkiydi.
Herkes ne kadar huzursuz olsa da heyecanlıydı da. Bizim karargah yemin etmişcesine hırslıydı. Düşmanca bir tavır takınmıyorlardı diğer tarafa ama oldukça asabilerdi de. Eş karargah –ülkenin farklı iklim şartlarındaki karargahla eşleştirilen karargaha bu isim veriliyordu- askerleri de bizimkilerden farklı değildi hani. Fiziksel herhangi bir temas, herhangi bir argo söz öte yandan, yoksa bile, arada cızırdayan bir elektrik vardı. Ki bilim adamları biraz uğraşsa bu elektrikle bir köyü aydınlatabilirdi. Abartma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAFAK Asker
Fiksi Umum"Komutanım."dedi Üsteğmen alçak perdedeki bir sesle. İstemiyorum, dememişti ama bu seslenişi bu anlama geliyordu. Elini kaldırdı Komutan. İtiraz etmesine izin vermedi. Kaşlarımı kaldırdım. İtiraz edemiyor muyduk yani, bir şeyi istemiyorsak? Buranın...