Agunda-Luna ne znaet puti
**
Hasiktir. Hasiktir. Hasiktir.
İlk hissettiğim şey dudaklarının ne kadar yumuşak olduğuydu. Vücudun herhangi bir yerini öpmek gibi değildi. Herhangi birini veya bir şeyi öpmek gibi değildi. İçim kıpırdıyordu, kafamın içinde havai fişekler uçuşuyordu. Kalbimin atışı, boynumdaki damarda, sesiyse kulağımdaydı. O kadar heyecanlıydım ki, şu an yerimde durabiliyor olmam mucizeydi.
Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi açmadım. Sıcak bir heykel gibiydim, omuzlarını sımsıkı tutmam dışında.
O da duruyordu öylece. Neden devam etmediğini bilmiyordum, keza neden geri çekilmediğini de. Belimi sımsıkı tutmasının dışında o da hareketsizdi. Ne yapacağını bilmiyor gibi değildi. Belki de tepkimden çekiniyordu? Gözlerimi açıp gözlerini okumam lazımdı, lakin gözlerimi açsam mutluluk fışkırırdı irislerimden.
Biraz zaman geçti, ne kadar olduğunu bilmiyordum; umurumda da değildi, evrenin yok oluşuna kadar kalırdım burada bana kalsa. Dudaklarını hafifçe geri çekti, başını çevirip yanağını yanağıma yasladı. Kalbimin nasıl gümbürdediğini duyuyor muydu acaba? Duyuyor olmalıydı. Güçlü bir basa sahip ses sistemi gibiydi.
Gözlerimi açmamakta direniyordum, belki rüya olmasından korktuğum için, belki gözlerinde göreceğim manzaranın olumsuz bir şey olmasından korktuğum için. Açmadım, anın tadını çıkardım.
Biraz da böyle kaldıktan sonra başını tekrar çevirdi ve dudaklarımı bir buseyle mühürleyip geri çekildi. Gözlerim açılırken şaşkınlık soluyordum.
İlk öpücüğü sanki, kendine hakim olamadığından kaynaklı, uzun süreli bir buseydi. Ama bu bilinçli, net ve nişan gibi bir öpücüktü. Her şeye netlik kazandıran tarzda.
Gözlerini yakaladı irislerim. Ciddi bir ifade vardı yüzünde. Gözleri karışıktı, ne hissedeceğini bilmiyor gibi. Neden bunu yaptığını sorguluyordu içinde ve şimdi benim ona nasıl davranacağımın da endişesiyle birlikte.
Nefes nefeseydi bir de. Sanki üç kilometrelik bir koşudan sonra ilk kez durmuş gibi. O an fark ettim ki, ben de öyleydim. Yanaklarım ateş içindeydi. Dayanılmaz bir şekilde mutluydum.
Bu sırada ayak sesleri gelmeye başladı koridordan, koşan birinin sesiydi. Gözlerimi gözlerinden kurtarıp başımı kapıya çevirdim. Cam kapının ardından gelecek kişiyi beklerken kaşlarımı çattım. Burada güvenlik kamerası yoktu sanırım, öyle biliyordum, nereden aldığımı bilmiyordum bu bilgiyi ama böyle biliyordum. Umarım doğruydu, aksi takdirde biri bizi görmüş demekti ve bu ayak sesleri de gelen belamızdı.
Kapıda Dağ Ayısı Berkay göründü. Bedenim bütünüyle oraya dönerken Aras'a kısa bir bakış attım. O da kaşlarını çatmış kapıya bakıyordu benim gibi. Ve aynı zamanda aşırı sinirlenmiş görünüyordu. Neye? Ben de sinir olmuştum ama bu güzel anın bölünmesine. O neye?
Cam kapıyı itip içeri girdi. "Girebilir miyim Komutanım?"diye sordu. Bunu girdikten sonra sorman ne hoş. Aras başını bir kere keskin bir şekilde salladı ellerini arkaya bağlayıp ayaklarını omuz hizasında açarak. Üsteğmen tavırları geri gelmişti.
"Berkay Rüzgar-"
"Kim olduğunu biliyorum asker, maruzatın nedir?" Berkay sözünün kesilmesine şaşırmadı, bakışları bir duvara dönüştü. Yüzü bir taş kadar gergin bir hal alırken bana kısa an bakışlarını çevirdi. Ardından Aras'a geri döndü. Pişmanlık hissettim o an. Onu boş yere itham ediyordum sanırım ama bundan emin de olamıyordum. Nasıl güvenebilirdim ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAFAK Asker
قصص عامة"Komutanım."dedi Üsteğmen alçak perdedeki bir sesle. İstemiyorum, dememişti ama bu seslenişi bu anlama geliyordu. Elini kaldırdı Komutan. İtiraz etmesine izin vermedi. Kaşlarımı kaldırdım. İtiraz edemiyor muyduk yani, bir şeyi istemiyorsak? Buranın...