Kaderim beni, seni bulmak konusunda hazırlamadı.
***
"Rahat,"dedi az önceki gülümseyen yüzünden eser bırakmayarak. Rahata geçtim ama kuşkulu gözlerimi yüzünde tutup vuracağı darbeyi bekledim. Bir şey yapacaktı değil mi? Tüm saygısızlıklarımın bedelini ödetecek bir şey?
"Hazır ol,"diye devam etti. Uyguladım. "Selam ver."
"Hilal Kuzey- Ankara. Emredersiniz Üsteğmenim."diye konuştum düz düz. Tek kaşını kaldırdı. "Duyamadım." Derin bir nefes alıp biraz daha sesli bir şekilde "Hilal Kuzey- Ankara Üsteğmenim, emredersiniz."dedim.
"Olmadı." Beni çileden çıkarmakla başlayacaktı demek ki. Pekala, hak etmiştim herhalde. "Hilal Kuzey- Ankara Üsteğmenim!"dedim daha sesli bir şekilde. Kaşlarını çattı. "Ses tellerinde bozukluk mu var asker?" dedi kuşkulu bir sesle. Yüzüne nefretle bakmamak için derin nefesler alıp verdim ve dişlerimi sıkarak bağırdım. "HİLAL KUZEY- ANKARA! EMRET ÜSTEĞMENİM!"
Sesimin hafif öfkeyle harmanlandığını ben bile duymuştum. Bu onun hoşuna gitmiş gibi duruyordu. Arkasına dönüp eğitim alanını süzdü. Ellerini arkada bağlayıp yavaşça karşıya doğru yürümeye başladı.
"Beş tur asker. Isın. Başla."diye konuştu. Eğlenen ifadesi buraya kadardı demek ki. Dediğini yaparken kişiliğinin bu şekilde olduğunu düşündüm. Eğlenceli bi adam değildi. Espri anlayışı sıfırdı. Gülmek gibi bir eylem bilmiyora benziyordu, tuhaf şeylere güldüğünü saymazsak. Çift kişilik teşhisim vardı üstünde. Sonra kendini yüksek gören, ego rütbeli, bir şey sanan, suratsız ve meymenetsiz. Eşittir nefret edilecek bir kişilik. Eğitimler ne kadar sürecekti acaba? Bu adamla uzun süre yaşayamazdım da.
Nefes nefese kalmış bir şekilde durdum ve ellerimi dizlerime koyup soluklandım. Koca salonda beş tur koşmak beş kilometre ederdi herhalde. Toplu eğitimler bile iki kilometreydi. O, beni öldüreceğe benziyordu.
"Beş tur daha asker."dedi düz bir tonda. Hala aynı pozisyondayken gözlerim kocaman oldu. Parke zeminin taşlarını şaşkınlıkla incelerken cidden bu işin sonunda ölmüş olabileceğimi düşündüm. Suratımı düzeltip dikeldim ve koşmaya devam ettim. Öyle olsundu bakalım. Ölürsem kurtulurdum en azından.
Ben koşarken o salonun ortasında duruyor, kendi etrafında dönerek ben ne tarafa koşarsam orayı izliyordu. Nefesim yavaş yavaş daralmaya başlarken sadece iki tur kalmıştı. Alnımda biriken terleri, sırtımdan aşağıya akan damlaları hissedebiliyordum. Odun gibi kalın olan saç tellerim bile sırılsıklam olmuştu. Durarak kendimi güçsüz göstermek istemediğimden kendimi motive etmeye çalışıyordum ama son tura kadar bunun da bir anlamı kalmamıştı. Bacaklarımdan derman çekilmişti. Nefes alabilme oranım yüzde yirmini altındaydı ve kafam uyuşuyordu bile. Kendimi çok zorlamıştım. Ya da aslında şey, bu Üsteğmen bozuntusu beni çok zorlamıştı. Dalağım iflas etmezse iyiydi.
"Dur asker. Yeter."dedi bir anda daha koşulacak iki duvar daha varken. Ama canıma minnetti. Durup arkamdaki duvara nefes nefese yaslandım. Güçsüzlük gösterdiğimi biliyordum ama acayip yorulmuştum. Şu an onu umursayacak bir gram halim yoktu.
"Yorulmuş görünüyorsun asker,"dedi Üsteğmen önüme gelip ellerini arkasına bağlayıp kuşkuyla bana bakarak. Niye kuşku duyduğunu anlayamadım. Ortadan ikiye çatlamak üzere olduğumu görmüyor muydu? Derin derin soluklar alarak "Acımasız görünüyorsun Üsteğmen."diye mırıldandım cevap olarak. Hafifçe ve ruhsuzca gülümsedi. "Sadece görünüş değil asker."dedi ve beni baştan aşağı süzdü.
"Bugünkü dersler askeriyenin dersleri. Yarın sağlık, ertesi gün ajanlık. Ve sonra tekrar askeriye. Ona göre hazırlan. Askeriyenin ve ajanlığın derslerini burada göreceksin ama sağlık derslerini benim ofisimin olduğu katta göreceksin." Sonra durdu. "Ofisimi biliyor musun Asker?"diye sordu kuşkuyla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAFAK Asker
General Fiction"Komutanım."dedi Üsteğmen alçak perdedeki bir sesle. İstemiyorum, dememişti ama bu seslenişi bu anlama geliyordu. Elini kaldırdı Komutan. İtiraz etmesine izin vermedi. Kaşlarımı kaldırdım. İtiraz edemiyor muyduk yani, bir şeyi istemiyorsak? Buranın...