Kağan Boşnak-Yorgunum ve ağrılar"İnce düşünen incinir Devrem,"
İrkilerek gözlerimi daldığım yerden çektim. İlk kez karşılaştığım düşünceli ve sakin olan ses tonuna baktım, bakışlarımı rahatsız edici denecek derecede sert tutarak. Ne düşündüğümü anlamasını istemiyordum, konu benim için farklı bir yerdeydi ve o hala Binbaşı'nın oğluydu, bilmemeliydi, her ne kadar birine anlatma isteğiyle dolup taşsam da.
"Ne?"dedi en son yorgun gözlerini kahvaltısından çekerek. Dik bakışlarıma dayanamamıştı. Tek kaşımı kaldırdım.
Kahvaltıdaydık, dün gece yatağımda salak salak gülüp durmuştum, doğru düzgün uyuyamamıştım bileve şimdi de ilk kez tattığım bu duyguya zarar gelir diye ölesiye korkuyor, terör estiriyordum kendi çapımda. Ve Berkay'ın da yine birinci dönemlerle kahvaltı yapıyor olması ona karşı şüphelerimi geri getirmişti.
Aslında ona güvenmeyeceğim hiçbir şey yapmamıştı, yapmıyordu. İlk baştaki kavgamız da buna dahildi. Eğer onun Binbaşı'nın oğlu olduğunu bilmeseydim, muhtemelen ona güvenirdim.
"Sen niye yine burada kahvaltı yapıyorsun?"diye sordum kuşkulu gözlerle. Bir saniye durup yüzümdeki şüpheyi izledi. Sonra elindeki çatalı bırakıp kollarını masaya yasladı. Gözlerini kıstı.
"Bana güvenmiyorsun?"dedi soru cümlesi olmayan bu cümleyi soru cümlesine çevirerek. Başımı hafifçe yana eğip "Sana neden güvene-"
"Bana neden güvenmeyesin?"diye sordu sözümü keserek. "Sana hiçbir şey yapmadım, sırf beni kan bağımdan dolayı yargılıyorsun ama bilmeni istediğim bir şey var, bir insana casusluk yapmak için şebeklik yapmam." Ciddiydi. Ama inanmadım. Nereden bilebilirdim? O bir ajandı, casus olmak için de yetiştiriliyordu.
Tek kaşım hafifçe havalandığında itiraz etti, "O farklı,"dedi gözlerimdeki ifadeyi okuyarak. "Sen benim düşmanım değilsin."
"Nil de bana düşman değildi."dedim düz bir sesle. Ortam buz kesti. Gözleri adeta önüne perde çekilmiş gibi karanlıklaştı. Yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi düşündüm, söylemediğime karar verdim. Haklılık amacı güderek giriştiğim bi konu değildi, anlamaya çalışıyordum ve bana sorduğu sorulara cevap veriyordum.
"HİLAL KUZEY! HİLAL KUZEY!" Yetkin Onbaşı'nın rapor vermek için çağırdığı haykıran sesini hoparlörde duyunca ona birkaç saniye daha bakıp kalktım. İçimde bir yer rahatsız olmuştu ona böyle davrandığım için, içten içe yalan söylemediğini biliyor gibiydim. Aslında ona güvenmek istiyor da olabilirdim ama bu bir çıkmaz sokaktı. Ne yaparsam yapayım kırılırdım sanki, ne olursa olsun bana ihanet edilirmiş gibiydi. Sanki her şey bir oyunmuş gibiydi.
"HİLAL KUZEY! ACİLEN BİNBAŞI'NIN ODASINA!"
****
"Yorgunum ve ağrılar," Başımı yuvarlak çizerek çevirmeye başladım, bir yandan bu aralar dilime dolanan şarkıyı söylerken. Bir süre başımı çevirdikten sonra sağ kolumu öne çevirmeye başladım. "Kırıklarım var, eziklerim, çiziklerim.." Sonra tersi şekilde çevirmeye ve aynısını diğer koluma da yapmaya devam ettim. "Biraz daha tanısam seni bu gece başımda beklemeni isterim." Kalçamla yuvarlak yapmaya başladım ve ardından bacaklarımı germeye. Şarkının nakaratını söylemeye devam ediyordum çünkü başka bi yerini bilmiyordum.
Bunu başka bir şey düşünmemek adına yapıyordum ve bu konuda oldukça başarılıydım da. Şarkı sözleri ve kaslarımı açılmaya zorlarken canımın yanışına odaklıydım. Başka bir şey gelmiyordu aklıma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAFAK Asker
General Fiction"Komutanım."dedi Üsteğmen alçak perdedeki bir sesle. İstemiyorum, dememişti ama bu seslenişi bu anlama geliyordu. Elini kaldırdı Komutan. İtiraz etmesine izin vermedi. Kaşlarımı kaldırdım. İtiraz edemiyor muyduk yani, bir şeyi istemiyorsak? Buranın...