Arkadaşlar merhaba. Bu bölüm çok hojdır. Skdjmd.Her neyse. Umarım beğenirsiniz. Medyaya bakmayı unutmayın. Keyifli okumalar...
Eve geldiğimizde broşürü daha da çok inceleyen Can, dalmış gibiydi. Maria ve Liam denizden gelmiş, banyo yapıp giyinmişlerdi. Şimdi de saçlarını kurutuyordu. Bu gece gidebilirdik. 17 eylüle kadarmış ve bugün 15 eylüldü. Can'ın sesiyle irkildik.
"Oo alkollü içecekler beleşmiş. Yaşadık laan!" deyip Liam'ın eline çaktı.
Resmen liseye giden, ilk defa alkol kullanacak olan, ergenler gibi davranıyordu.
Maria'yla bavulumuzu karıştırırken güzel bir elbise bulmaya çalıştık. Benim güzel elbisem olmadığını söyleyip kendi bavulundan bana pudra pembe, boyundan bağlamalı, mini bir elbise verdi. Gerçekten çok çekiciydi. Bende olmayan bir şeydi en azından. Onunkide siyah sıfır kol mini bir elbiseydi. Makyajımı abartmadan yapıp saçımı dalgalı, salık bıraktım.
Can'a baktığımda spor giyinmişti. Siyah bir tşört, altına da gri, ama alacalı görünen pantolon. Gayet hoş duruyordu.
Herkes hazır olunca saat 19.11'di. Bizde evden çıktık. Adrese baktığımızda yakın olduğunu anladık. Büyük bir beş yıldızlı otele geldiğimizde içeri adım attık. Heryer altın renginde, gümüş renkleri de altının yanını süslüyordu. Resepsiyon da çok düzenli şekildeydi. Yukarı baktığımda en az on kat vardı diye düşündüm. Asansör dört tane, merdiven ise ortadan çıkılıyordu. Hayatımda ilk defa bu kadar lüks bir otele gelmişimdir.
Takım elbiseli bir adam yanımıza gelip "Hoşgeldiniz, Üniversiteden mi geliyorsunuz gençler?" dedi, sanki herşeyden haberdar gibi.
"Evet," dedi Liam. "O zaman beni takip edin."
Adamı takip ederken bizi iki alt kata inmek için asansöre bindirdi. Eksi ikinci kata gelip indik. Koca bir şahşalı kapı önümüze çıktı. Sanki kraliyet evlerindekiler gibiydi. Büyüleyici.
Adam elindeki kartı kenardaki gişe yerlerindeki kutuya değdirdiğinde kapı açılmaya başladı. Önümüze kocaman bir bar salonu çıktı. Yedi sekiz kisi vardı daha. Barmenin olduğu yer baya uzun ve genişti. Heryer karanlıktı ama disko topu renklendiriyordu. Üstelik gözleri kamaştıran yanıp sönen beyaz ışık da vardı. Resmen gözlerimin içine etti.
O ışık yanıp söndüğü için pek birşey ayırt edemiyordum. İçimden geçen birine söyleyip göz kamaştıran ışığı kapamasıydı. Sonradan beni sanki duymuş olan birisi ışığı kapadı. Şimdi daha karanlık ve daha renkliydi.
Adam bizi dört yada beş kişilik olan bir masayı oturmamız içim gösterdi. Sonra da gitti. Daha gelen olacakatı ki, gitmişti.
Garson sandığımız biri gelip "Ne içersiniz efendim?" dedi. Maria hemen atıldı "Ben şeftalili ice tea." adam ona bakarken "İce tea mevcut değil efendim," dedi. Yüzü bir anlık düştü.
Bar'da ice tea olmaması normal gibiydi zaten. Can konuşmaya başladı. "Sen hepimize efes getir birader," dedikten sonra "İçmeyen varmı?" diye bize döndü. Başımızı olumsuz yönde sallayıp oturduğumuz yere keyifle yaslandık. Gerçekten çok hoş bir yer.
İçkileri getirdikten sonra "Hepimizin mutlu olduğu zamandayız. O zaman mutluluğa!" dedi Maria, kadehlerimizi kaldırdık ve çarpıştırdık.
Koltukta oturmamtan terleyince ayağa kalktım ve barmenin önündeki bar sandalyesine oturdum, o anda arkamdan biri "Selam!" diye bağırdı. Arkamı dönmemle Ömer'ı görmem bir oldu. Bana bakıp sırıtıyordu. Bu haliyle sevimli gözüküyordu. "Yine mi sen, diyecektim ki seninde bu üniversitede olduğunu hatırlayana kadar. Naber?"
Ona gülümseyerek bakarken, bir yandan da Can'a baktım. Oradan dikmiş gözlerini beni kaşları çatık bir şekilde izliyordu. Ah bu kadar kıskanmasına ne gerek var ki? Anlayamıyorum.
"İyidir, geldik buraya kutlama var diye. Senden naber," diye sordu. Konuşmaya ihtiyaç duyduğu birini arıyor gibi hızlı ve akışkan konuşuyordu.
"Bende iyiyim."
Hemen söze atıldı. Sanki bunu söylemek konusunda acele ediyor gibi.
"Ya sen üniveristeye niye gidiyorsun ki? Bebeğin doğmayacak mı?" diye rahat bir şekilde sordu. O an içimde bir burukluk oluştu ve yutkunmakta zorlandım. Aklıma bebek geldikçe başımdan aşağı kara sular iniyor sanki. Ellerimi sıktım ve konuştum.
"O öldü," deyip başımı eğdim. Gözümden yaş gelmemesi için kendimi zor tuttum, dişlerimi sıktım.
"Ben...üzgünüm. Affedersin," dedi. Ben de "Sorun değil," dedim.
"Neyse ya. Senin manitan filan yok mu?" deyip güldüm. Sempatik birine benziyordu. O gece gördüğüm halinden eser yoktu. Daha derli toplu olmuştu vetipi bile değişmişti. Keş tipi desem kimse inanmazdı, o derece.
"Ya vardı da. Benim ilişkilerim genelde en fazla bir kaç gün sürüyor. Hiç iyi bir kız bana rastlamıyor. Kızlarda da aşk filan yok ha! Benle yatmak için çıkıyorlar. Sonra da ayrılıyorum zaten," dedi.
Gerçekten tuhaf ve değişik biriydi. Popüler, kendini beğenmiş gibi çocuklar geliyor aklıma ama bu öyle biri değildi.
"Hmm, demek öyle. Sana da 'uzun süreli' bir kız buluruz sen merak etme," dedikten sonra güldük.
"Neyse ben gideyim şimdi sonra görüşürüz," deyip Can'ın yanına gittim. Can'da ayakta kokteyl masasının orda duruyordu. Bana sinirli ve kızgın bakınca ona 'ne var?' bakışı attım.
"Bir daha o herifle görüşmeyeceksin!" diye püskürdü.
"Ya o çok iyi birisi. Kıskanmayı kes Can!" dedim bağırarak.
"Kıskandığım falan yok. Çocuğu gözüm tutmadı, gıcık bir tipi var."
"Ha-ha-ha çok komiksin ya. Çocukla iki kelime bile etmiyorsun, sonrada gıcık bir tipi var diyorsun. Söylesene...bu kıskanmak değilse ne?"
"Bu, sana aşık olmam. Sana sevgimi göstermem, seni çok sevdiğim için yaptığım çabalar, Sana seni nasıl bu kadar çok sevdiğimi anlatmaya çalışmam. Oldu mu?"
"Yerim seni, gel buraya," deyip dudağından öpmeye başladım. Gerçekten seviyordum ben bu şapşalı.
+26 Vote, +10 Yoruma yeni bölüm gelir.
Bölümü beğendiniz mi? Yorum bekliyorum.
❤❤❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaz Okulu
أدب المراهقينHayat tesadüflerle dolu bir yerdir. Kader diye bir şey vardır ve siz ne yaparsanız yapın kader sizi bulacaktır. Kaderiniz ya iyi gelişir ya kötü gelişir. Ya mutlu yaşarsın ya sefil... Bu kitap, Mine ve Can'ın hayatı. Bu kitap, acı ve tatlının buruk...