Ardımda yaralı bir aşk ve yaralı bir kadın bırakarak çıktım İzmir'den...
Daha İstanbul'da Erdek'e giderim diye düşünmüştüm tüm yaşanmışlıklarım için ama yol boyunca ilerlerken fikrimi değiştirdim. Annemlerin yanına da dönmeyi istemiyordum, ikinci kere yenildiğimi görmeleri gereksizdi. Benim için yeteri kadar üzüldüler zaten... Hiç gitmediğim ama hep merak ettiğim yere doğru sürmeye başladım, efsane aşklarıyla ünlü kara denize gidiyordum. Tabelaları takip ederek ayağımı gaz pedalından çekmeden sürüp beni uzun süre misafir edecek kara denize bir an önce varmak istiyordum...
Yollar Samsun'a kadar kalabalıktı ama gecede ilerlemeye başladığından tenha yollarda sürmeye başladım. Gece bir gibi Giresun'a vardım ama bu şehirde durmak istemeyip, devam ettim... Trabzon'un içine girmiş ilerliyordum çok yorulmuş, çok acıkmıştım ama durmak gelmiyordu içimden, sabaha kadar Batum sınırına ulaşırım belki, belki de Artvin'de kalırım diye kendi kendime sürekli değiştirdiğim kararlar alıyordum.
Trabzon'un çıkışına doğru giderken artık tuvalet ihtiyacımı göz ardı edemeyeceğimi iyice idrak etmeye başladım, bu halde on dakika bile gidemezdim. Benzin istasyonu baktım ama göremeyince son çare bir restorantın lavabosunu kullanırım diye düşünürken çok tatlı, çok şirin bir mekan gözüme çarptı. Yaklaştıkça buranın bir restoran olduğundan emin oldum, gece geç vakitte hizmet veriyorlar mıydı bilmiyordum ama ışıkları açıktı... Arabayı park edip içeriye girdim, cam kenarı masada oturan birkaç kişi vardı...
Yanıma gelen garson tuhaf tuhaf bakarak yardımcı olmayı teklif ettiğinde sorusundan ziyade tuhaf bakışına şaşırdım, lavaboyu sorup içeriye girdiğimde adamın bana neden yardım teklif ettiğini anladım. Yüzüm ve ellerim kurumuş kanla kaplıydı, bu şekilde bir çevirmeye yakalanmamam mucize olmuştu anlaşılan...
Kurumuş kandan arınırken gözyaşlarım akmaya başladı tekrardan, durduramıyordum. Akan buz gibi su bile yanan yüreğime ferahlık vermiyor aksine daha da harlıyor gibiydi ateşimi...
Bu sefer alışmak çok daha zor olacaktı ama yokluğuna alışacaktım sevdiğimin, yaşadığını bilecek ama onu göremeyecektim... Sevdiğimi bilecek ama dokunamayacaktım... Aşkımdan çılgına dönecek ama kavuşamayacaktım...
Yanarak, kavrularak köz olacak sonra yine yeniden ona aşkımla yeni doğan günlere uyanacaktım... Gerçek aşkta bunu gerektirirdi, ben gerçek aşkımı sonsuza kadar ona adayacaktım...
Saçlarımın yarısı ıslanmış, yüzümden süzülen sulara karışan gözyaşlarımı seyretmeye başladım, hıçkırıklarım nefesimi keserken ancak fark edebildim beni izleyen iki kadın olduğunu... Kızıl saçlı olan melek yüzlü bir kadınla kumral kadının güzelliği onlara daha bir dikkatle bakmamı sağladı, ikisi de yan yana durup aynı hareketlerle kollarını göğüslerine bağlayıp bana bakmaya devam ettiler. Gözlerim aynaya kaydığında ellerimle yüzümü sıvazlayıp soru dolu bakışlarına geri döndürdüm yüzümü, gecenin bu saatinde ağlayan bir kadın dikkatlerini çekmiş olmalıydı...
Kumral olan şefkat dolu bir sesle koluma dokunarak sordu
"Daha iyi misin? On dakikadır durmadan ağlıyorsun?"
Kızıl saçlı olansa kısarak baktığı gözlerini gözlerime sabitleyerek emrivaki konuştu
"Hadi gel, bir kahve sana iyi gelecek"
Gülümsemeye çalıştım ama çarpık bir ağız yamukluğundan başka bir şeye benzemediğinden emindim, kederli bir nefes alarak onları takip edip içeri gittim. Cam kenarında, kareli örtüsü olan masayı işaret etti kızıl saçlı güzel kadın
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK SEN MİSİN?
General Fictionİki imkânsız aşk... Biri artık sahip olamayacağı Yar'a hasret... Diğeri yanında ama gönlü başkasında olan Yar'a hasret... Özlem, aşkını tüm iliklerine kadar yaşarken ansızın sevdiğinin acı haberini alır. Artık onun için hayat bitmiş kendisini her şe...