20. Gelmek Bilmeyen Misafir

179 26 14
                                    


.

Yılın son gününde Sunny her zamankinden birazcık daha hareketliydi. Şehirdeki insanlar, aylardır dur durak bilmeden çalışmalarının karşılığında kendilerini ödüllendirmek istercesine, bulabildikleri en müsait saatte, güzel bir restoranın sıcak ve özenli yemeklerine kendilerini bırakmak istemiş gibiydi. Mesai saatleri ya da yeniden yağmaya başlayıp, açılan yolları tekrar kapatan kar bile buna engel olabilmiş değildi.

Eylül, Cemre'nin önceki gün hazırlamış olduğu yeni yıl süslemelerinin arasında son derece yoğun bir şekilde çalışırken, kendisini oldukça enerjik hissediyordu. Küçük ışıklandırmalar, sade beyaz mumlar ve tavandan sarkıttığı parlak kar taneleriyle Sunny soğuk bir kış gününde ışıl ışıl parlayan güneş kadar sıcak bir atmosfere bürünmüştü. Tam da adına yaraşır bir şekilde, diye düşündü.

Ozan, önceki akşamüstü İstanbul'dan nihayet geri dönmüş, yarışmanın çekimlerine kalan birkaç günde gece çalışmasına kalmalarına gerek olmadığını söylemişti. Eve bir saat daha erken dönme fikri Eylül'ü tahmin ettiğinden çok daha fazla mutlu etmişti. Üstelik vardiyasız, sabahtan akşama kadar çalışan Soner'in de bir saat fazladan uyuması hiç de fena olmazdı. Gerçi, Eskişehir'de durduğu birkaç günde sabahki işleri Ozan hallediyordu zaten ama genç kadın Soner'in, her ne kadar işini çok sevdiğini bilse de, adil olmayan bir şekilde aşırı çalıştığını düşünüyordu.

Bu yüzden, güzel haberlerle başlayan ve harika bir ruha sahip olan yılın son gününde Eylül, akşam yemeği menüsünün ilk yemeğini hazırlamayı bitirip, garson zilini çaldığında kendi kendisine gülümsüyordu.

Yalnızca iki saat sonra mesaisi bitecek ve o da kendi kutlamalarına katılmak üzere eve dönecekti. Pek büyük bir şey değildi. Nisan ve Burak'ın arkadaşları olan iki çift ve Eylül'ün tek misafiri Soner katılacaktı. Havai fişekler ve müzikten ziyade, fırında tavuk dolması, kuru yemiş ve biraz şarap olacaktı ama Eylül için bu yeterli bir eğlence ortamıydı.

Diğer türlüsünü de çok görmüştü. İstanbul'da her ay birkaç büyük partiye katılırdı. Yüksek sosyeteden birinin kız arkadaşı olmak bunu gerektirirdi çünkü. Ama hiçbiri sade bir toplantıdan duyduğu bu heyecanı hissettirmemişti ona.

O partilerde şatafatlı mücevherler ve şık elbiseler olurdu. Kadınlar, birer kraliçe gibi gözüktükleri kusursuz makyajlarının altında, dedikodu ateşiyle yanan yeşil bir cadı barındırırdı. Erkeklerin ise genel düşüncesi; iş arkadaşlarıyla yaptıkları hisse ve borsa konuşmalarının arkasına gizlenerek, nişanlısına belli etmeden, kaç kadını gözleyebileceği olurdu. 

İnsanlar bu tarz tanımlamaların her zaman abartı olduğunu düşünürdü. İçinde olunmadığında gerçekten abartı gibi geliyordu göze. Ancak Eylül o partilerde, büyük iş adamı Atıf Sezer'in oğlu Murat Sezer'in aksesuar olarak yanında taşıdığı bir kadın olarak dikilirken etrafında dönen bütün boş muhabbetlere şahit olmuştu. Pek çoğuna katılmaya bile çalışmıştı ama kimse seviçenin limon içinde bekleme süresiyle ilgileniyor gibi görünmüyordu. Haliyle, Eylül'ün yüksek sosyeteye olan aidiyeti "Haklısınız." ve "Onu pek tanımıyorum." şeklindeki yorumlardan öteye gidememişti. Belki de bu yüzden, nişanlanmak üzere olduğu adam tarafından tercih edilmemiş ve aldatılmıştı. Belki de bütün maaşını Louis Vuitton çantalara veren sekreteri, Murat'ın ortamına ayak uydurmak konusunda daha iyi bir seçim olurdu. Ve evet, Murat Sezer'in sekreteri olmanın, fahiş fiyatlı markalardan çantaları beraberinde getiriyor oluşu, genç kadını daha önce durumdan şüphelendirmemişti. 

Yeterince değil, en azından.

Eylül bunu artık umursamıyordu. Kendi hayatında yaptığı seçimlerin Murat'ın seçimlerinden daha önemli olduğunu anladığından beri zihni daha berraktı. Yapması gereken, hayatında ne istediğine karar vermekti ve genç kadın bunu neredeyse başardığını düşünüyordu. Bu yüzden yılın son gününde mutlu ve huzurlu, akşamki yemek için de heyecanlıydı.

Gece Yarısı Şarkısı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin