25. Yavru Hipopotam

186 23 5
                                    


"İlk randevudan bahsettiğinde daha farklı bir şey hayal etmiştim." Soner yanında sakince oturmuş onu dinliyordu. "Daha romantik bir şey en azından."

"Buranın nesi var?" Umursamazca omuz silkmişti ama Eylül ile dalga geçmekten aldığı keyifle, her zamanki gibi muzipçe sırıtıyordu.

Eylül surat asarak bacak bacak üstüne attı. Sabırsızca, ablasından ödünç aldığı, bir numara büyük gelen, kısa topuklu botlarını sallamaya başlamıştı.

"Son derece, aydınlık ve temiz bir yer. Üstelik insanlarla dolu. İlk randevunuzda yalnız kalmayın derler."

Kollarını önünde kavuştururken bıkkınlıkla soludu ve genç adamın söylediklerine inanamıyormuş gibi, hızla yan tarafa döndü.

"Hastanedeyiz!" Bir çırpıda fısıldamıştı. "Kim, ilk randevusunda hastaneye gelir ki?"

Karşılarında oturan uzun boylu kumral kadın ikiliye bakıp gülümsemişti. Kısık sesle konuşmalarına rağmen sessiz koridorda sözlerinin duyulmaması olanaksızdı zaten. Röntgen çektirmek için bekleyen diğer insanların da konuşmaları duyduğundan emindi aslında. Ama onlardan tarafa bakacak durumda değildi. Soner'in kendisini kandırıp, randevu diye hastaneye getirmesine kızmakla meşguldü. Aptal gibi, özenle hazırlanmıştı. Hatta yılbaşı gecesindeki gibi makyaj bile yapmıştı ama fark etmezdi. Pijamalarıyla gelse bile olurdu.

"Üzgünüm ama kolunda bir sorun olmadığından emin olmalıydık." dedi anlayışla gülümseyerek. "Çünkü sen yeterince özen göstermiyordun." Eylül'ün kaşları çatıldı.

Belki de, Soner ve kolunun morardığını gören Ozan Bey söz konusuyken, onu rahat bırakacaklarını umarak hata yapan kendisiydi. Ozan Bey, Eylül'ün tedavi olduğundan emin olması için Soner'e izin vermiş olmalıydı.

Bir anda içinde yarışmayı fazla hafife alıyor olabileceğiyle ilgili kötü bir his oluştu. Yemek programını küçümsemiyor, hatta seyircilerden birazcık korkuyordu bile ama belki de bu yeterli değildi.  Daha fazla korkmalıydı. Hem Ozan Bey hem de Soner, moraran kolunu bu kadar büyüttüğüne göre başka bir açıklaması olamazdı. Yarışma programının sert bir ortamı olmalıydı. Rahatsızca kıpırdanıp önüne döndü.

Neyse ki onun sırasının geldiğini gösteren ekranı zamanında fark edip yerinden kalkmıştı. Dirseğini serbest bırakarak ve kıvırarak iki tane filmini çektirdikten sonra huysuzca dışarı çıktı. Kendisini bekleyen uzun boylu adama ters bir bakış atarak doktorun ofisine yollandı. Soner iç çekerek peşine takılmıştı.

İşlerini bitirip hastaneden çıktıklarında yüzündeki bilmiş ifadeyle konuştu.

"Sana söylemiştim." Hastanenin karşısındaki eczaneye gidiyorlardı. Elinde doktorun vermiş olduğu reçete vardı. Yalnızca basit bir hematom olduğunu söylemiş ve ağrı kesici jel vermişti. "Benim taş kadar sağlam kemiklerim vardır." diye eklemeyi de ihmal etmedi.

O sırada bastığı bir buz kütlesinin üzerinde hafifçe sendelemişti. Elbette, diye düşündü. Tam da o an sakarlık etmeliydi. Düşmemek için, yanında yürüyen Soner'in koluna sıkıca tutundu. Genç adam onun ayağının kaydığını görünce gözlerini devirdi.

"Taş gibi sağlam olsan ne olur?" diye homurdandı sessizce. Eylül'ün kolunu kendininkiyle bedeni arasına sıkıştırdı. Böylece, düşecek olsa bile daha çabuk dengesini bulurdu. "Yürümeyi öğrenememiş bir bebek hipopotam kadar dengesizsin."

Eylül kaşlarını çatarak genç adama baktı. Kendisi de sakar ve çoğu zaman dikkatsiz biri olduğunu kabul ediyordu ama bunu bu şekilde dile getirmezdi elbette. O bebek bir kobay faresi ya da çizgili sincap falan derdi.

Gece Yarısı Şarkısı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin