Yedi Yıl Sonra...
Mykonos, Yunanistan
Düğün hazırlıkları neredeyse tamamdı. Kıyıya birkaç metre uzaklıktaki otelin büyük restoranında beyazların hakim olduğu bir karmaşa bulutu hakimdi. İnci rengi üniformasının içinde yıllardır kızıla boyadığı gür saçlarını sımsıkı bir topuz yapmış olan Canan Ertek yemeklerin açık olarak sunulacağı uzun masanın etrafında dolanarak eksik bir şey olup olmadığını kontrol ediyor, yakınından geçen birkaç görevliye gaddar bir yetimhane müdiresi gibi emirler yağdırıyordu. Sert mizaçlı kadının söylediklerinin yarısını anlamayan Yunan bir garson çaresizlikle etrafına bakıp kendisine yardım edebilecek birini ararken Canan Hanım'ın gözleri de avludaki insan karmaşasını aşıp kıyıda tek başına dikilen küçük kızına takıldı. Dizlerinde biten sade beyaz elbisesinin içinde, koyu renk bir şala sarınmış mutsuzca telefonuyla ilgileniyordu. Canan Hanım onu neyin sıktığını sormak için yanına gitmek üzereydi ki önündeki garsonun umutsuzca "Burada Türkçe bilen var mı?" diye seslendiğini işitti. Gözlerini devirdi, kendisi diller konusunda şanslı bir insandı, birkaçını rahatlıkla, bir kısmını da yarım yamalak konuşurdu ama çok milletli organizasyonlarda kimin hangi dili konuştuğunu ayırt etmek bazen zor oluyordu. Söylediklerini bir de garsonun kendi dilinde açıklamaya koyuldu.
Haziran ayı için şaşırtıcı derecede serin olan havada üzerindeki şala biraz daha sıkı sarılan Eylül, annesinin restoranın içinde bir yerlerde "Grigora! Grigora!" diye bağırdığını işitebiliyordu. Birkaç metre ileride otel avlusunda kim olduklarına dair hiçbir fikrinin olmadığı birkaç kızın yüksek sesle bir şeyler söyleyip gülüştüğünü, oradan oraya koşan garsonları, çiçeklerin yerinden memnuniyetsiz gibi söylenen düğün organizatörünü ve otel çalışanlarının heyecanlı konuşmalarını işitiyordu ama onlarla pek ilgilendiği söylenemezdi. Aklı günlerdir hiçbir şekilde ulaşamadığı Soner'deydi.
Bu düğünü bu şekilde hayal etmemişti. Hayal kırıklığıyla iç çekti.
Annesi içeride kim bilir ne hakkında bağırmaya devam ederken Eylül akşamüstü güneşinin pırıltılarını yansıtan denize bakıyordu.
Amerika'ya gidene kadar bir süre daha Sunny'de çalışmıştı. Oradaki şeflerden öğrenebileceği her şeyi öğrenmek için çabalamıştı. İş yerinde kaosa neden olan birileri yokken ve yarışma stresiyle başa çıkmaya çalışmazken orada olmak son derece keyifliydi de aslında. Ayrılmak beklediğinden çok zor olmuştu. O gitmeden birkaç hafta önce ablası doğum yapmıştı. Ona olabildiğince yardımcı olmak isterdi ama bu isteği gerçekleşmeyecekti. Neyse ki Burak'ın annesi Nisan'a yardımcı olmak amacıyla Eskişehir'e gelebileceğini söylemişti ama Eylül her halükarda yeğeninin büyüyüşünü kaçıracaktı. Yepyeni insanlara, okula ve bir işe adapte olması gerekecekti.
Tabi bir de Soner vardı. O gidene kadar yaşayabilecekleri en güzel ilişkiyi yaşamışlardı. Eylül o an bile öyle bir mutluluğun gerçek olup olamayacağını sorguluyordu. Soner uçağının olduğu gün İstanbul'a gelmiş ve onunla vedalaşmak istemişti. Tahmin ettiği üzere bu hiç kolay olmamıştı. Birkaç gün ayrı kaldıklarında bile onu delicesine özlüyorken uzun bir süre uzaklaşmak Eylül'e işkence gibi görünüyordu. Yine de ona sarıldığı kollarını çözüp o uçağa binmek zorunda kalmıştı işte.
New York'ta geçirdiği zaman korktuğu kadar kötü geçmemişti gerçi. Daha iki hafta geçmeden yaşadığı yerdeki karşı komşusu olan Fransız çiftle arkadaş bile olmuştu. Luc ve Remy onun sudan çıkmış balık hissiyatını anlıyor ve genç kadına her şekilde yardımcı oluyordu. Okulda da her şey yolundaydı. Annesinin ünü Eylül'den önce gittiği için bir süre zorlanmıştı ama bir süre sonra insanlara nihayet annesinden bağımsız olarak yalnızca kendi adını öğretmeyi başarmıştı. Yaver giden şansı sayesinde yakaladığı stajınıysa okuldan bile rahat şekilde atlatmıştı. Bir kere korkularını yenince geri kalan her şey çorap söküğü gibi gelmişti. Okulu bitmeden önce bulduğu güzel bir iş nedeniyle mezun olduktan sonra birkaç yıl daha orada yaşamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Yarısı Şarkısı
RomantikPerspektif2016 - Romantizm #1 -Benim ruhum buna mı benziyor yani? Cevap vermeden genç kızın suratına baktı. Bu 'evet' demekti. -Ama bu bir elektrikli bisiklet! Hem de erimiş mandalinalı dondurma renginde. -Evet. Can sıkıcı şekilde ağırbaşlı ama ara...