Bilmiyorum.. Bu yol nereye gidiyor hayatıma ne oluyor bilmiyorum.
Biraz dolu, biraz yalnız hissediyorum.
Bu kadar güçlü değildim aslında ama şimdi pes edemiyorum.
Ne olursa olsun bir şey beni tutuyor. Duruyorum ama korkuyorum.
Bu yolun sonu büyük ve ömür boyu sürecek bir hayal kırıklığı.
Artık alışmışta olsam, hiç suçum yokken hayatın beni tekrar üzmesini istemedim işte..
Biraz daha üzüntü ve hayal kırıklığı istemiyorum.
Ürkmeden hayal kurmak istiyorum.
Hissetmek istiyorum.
Umut istiyorum anlıyor musunuz? Dopdolu umutlar.
Çok mu şey istiyorum hayat?söylesene bir tek ben mi hak etmiyorum?
İnsanlardan gelen zararlar hiçbir zaman kabulüm olmadı ve hiçbir şey yapmadığım halde senin verdiğin adaletsizliklere HAYIR!
Öfkeli, mutsuz, umursamaz, yorgunum belki ama güçsüz değilim.
Ama umutsuzum...
Ve sen beni buradan vuruyorsun hayat.
Sevemiyorum seni hayat. Bu bir isyan değil ben seni sevmiyorum hayat. Bir türlü iyi bir rol alamadım senin sahnende başkaları gibi. Benim hayatım bilinmezlik...Ayağıma kadar gelen su ile kendime geldim. Söylediklerim sanırım denizi kızdırmıştı. Saat 21.50 ah hadi ama evde büyük kavga çıkacak. Toparlansan iyi edersin Arya.
Burası bana iyi gelen en iyi yerdi kimse yok burada. Daha ne olsun.
Ayağa kalkıp üstümü başımı düzelttim. Yolda yürürkende düşüncelerim durmuyordu.'Mutluluk uçsuz bucaksız ormandadır. Bomboş sahillerdeki coşkudadır. Mutluluk insan elinin değmediği yerdedir.' bu bir film repliğiydi.
Ah çok haklıydı.. Ama şimdi insan içine giriyorum ne acı.
İnsan var mı bilmiyorum gerçi, bizim mahalle işte. Herkesi inceleyen, nereye gidip ne yaptığını tahmin etmeye çalışan meraklı gözler. Maalesef ben sadece su faturasını yatırmaya gitmiştim ve bi anda kendimi sahile atma ihtiyacı duymuştum. Öyle dalmışım ki zamanın nasıl geçtiğini görmemişim yoksa evdekilerle yüzleşmek en son istediğim şeydi. Artık çok geç, illaki bir şey olacak....
Saat eve gelene kadar 11 olmuştu. Sert, sorgulayıcı bir sessizlik vardı. Tabi yaa.. Acaba bu saate kadar neredeydim? Ne halt yedim?Ailem, çevrem, sevdiklerim hep benden bir şeyle bekledi. Sadece beklemeleri de yeterdi ama neden yaptıklarıma karşılık üzerime basılıyordu ki? Ve neden bir insanın hayatını kurtarmak yerine bataklığa sokarlardı. Günah keçisi gibi geldim bu yaşıma. Kaçtı yaşım benim? Kaç kere öldüysem o kadar yaştayım. Bir pastada üflenen mumlar kadar değil. Yanan bendim. Ne kadar yandıysam işte.. O kadardım. Hep insanların aleyhine oldum. İçimdeki çocuğu ne zaman nerede bıraktım hatırlamıyorum ama benimle gelse çok üzülecekti. Bir kere düşüyorsun ve kimse kalkmana izin vermiyor.
Bir anda babamın bağırışını duydum.
'GELDİ Mİ O ŞEREFSİZ?!'
Tabi ya. Parası olmadığı için ve bu gece orda burda sabahlayamadığı için öfkeli, benim beş kuruşum olmadığı için fazlalık gibi görmesinin sonucu bu öfke.
Sesimi etmeyecektim. Onları takmadım. Tabi kulak arkasından beynime kelimeler ilmek ilmek işleniyordu.Küçük koridordan geçip salon dediğimiz dar odaya girdim. Etraf giysi ve yastıkların rastgele atılması yüzünden dağınık ve tozluydu. Hep temizlediğim halde sanki ben yokken bir fırsatta içeride tepinmişlerdi.
Mutfaktan çıkan babam yine koridordan salona hızla geçerek içeri girdi ve kolumdan hışımla tuttu. Ona yaklaşık 3 santim yukarıdan bakıyordum. Gözlerinde ateş vardı. Bu korkunç adam babamdı. İçmekten sıskalaşmış, girdiği kavgalar yüzünden yüzü gözü morarmış ve sadece gücü bana yeten bir adam..
Annem de elleri belinde, oturduğu yerden körüklüyordu ateşi. Sanki gerçekten iğrenç bir şey yapmıştım.
"Gidip düşünmüş, düşüncelerimde boğulmuştum bu yüzden geciktim. Ruhuma izin verin, bırakın biraz nefes alayım." diyemedim. Demedim.. Ses etmedim. İçlerinde bana karşı büyük bir nefret var biliyordum. Ne yapmak isterse yapsın artık zaten hiç bir zaman konuşmadımki hiç haykırmadımki. Kimsenin beni anlamadıkları gibi, hayatımı mahvettikleri günden beri.Ona öylece bakıyordum. Söylediklerini anlamıyormuş gibi, taş gibi. Oysa o kelimeler bir insanda senelerce geçmeyecek yaralar açıyordu, ben bunları hep duyuyordum.
Ellerinde biriken kin ile bir tokat yedim. Başım dönmeye başladı. Dudağım da kanamıştı. Kendimi hastalıklı hissediyordum. Ölümü bekleyen bir hasta gibi. Kolumu koparacak gibi tutarak beni kapı dışarı etti.
'Artık bu eve gelemezsin!'Evet işte.. Sonunda yine atmıştı beni evden. Kurtulmak için en iyi bahaneyi bulmuşlardı bu bir döngü içinde gidiyordu. Öylece yüzüme kapattığı kapıya baktım.
Bu sürekli olurdu. Bazen canı istediğinde bile. Uzun zaman uğraş verdikten sonra vicdanın kırıntısının olmadığını kabullendim. O zamandan beri hiç kapıyı vurup da al içeri demedim. Köşeler yuvam oldu, kediler, köpekler arkadaşım. Onlardan iyi dost da görmedim bu güne kadar.
Ama onu geçtim, bir annenin nasıl böyle olabildiğini anlayamıyordum. Acı çekmemden zevk mi alıyordu? Ama ben ona bir şey yapmadımki.. Niye arkamdan bile kötü konuşuyor? Ama anneler kötü olamazki. Bunu kabullenemedim bir türlü. Hep korktuğunu, kendine göre haklı olduğunu bahane ettim. Yoksa nasıl yaşanırdı.. Gerçi yaşamak başka bir şeydi sanki. Yaşamanın karşılığı bu olamaz gibi geliyordu gözüme. Başkalarıyla kıyaslarsam benimki yaşam olamayacak kadar ölü bir hayattı.Yanındakilerin desteğiyle güçlü olurmuş insanın kökleri. Ağaç gibi güçlü dururmuş fırtınada. Halime bak. Ufak bir esintide kopar giderim. Sararmış yaprak gibi...
Ama sararmış yaprağın şansı kadar şans göremiyordum kendimde. Çünkü ben üşüyorum, hasta ve yorgunum. Ruhum bozuk, yaralarım var...
Duvar dibinde oturmuş bunları düşünürken, yediğim dayağın etkisi ve zihnimin yorgunluğuyla, biraz da artık kaçmak isteyerek yine kapının önündeki köşede soğukta uyuyakaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEN ACI BİR DETAYIM
ChickLitDeli gibi hata yapıyor, bazen bela beni buluyordu. İnsanlardan olmanın utancını delirerek atlatıyordum. Acılarda dünya gibiydi demek. Nereye gidersen git acıya denk geliyordun. Evrende küçücük bir toz tanesinin bu denli acı çekip çıldırışıysa ayrı...