Portmantodan ayağına geçirdiği pembe pandufların üzerindeki ponponlar basamakları çıktıkça sallanıyordu. Elinde tuttuğu ahşap tepsinin içindeki kahvelerin dökülmemesi için özenle yukarıya çıkıyordu. Adımları ağır ve temkinli olmasını karşın dün geceden beri dönen başı nesneleri çiftleştirmeye devam ediyordu. Gözlerini yumup başını salladı.
"Kendine gel Carol."
Derin bir nefes aldı. Ve devam etti üç katlı köşkün en üst katına çıkmaya. Mutfak ne yazık ki en alt kattaydı. Maalesef tarih kokan bu evin asansörü yoktu.
Odaya vardığında tepkisiyi tek eline aldı ve kapıyı aralayıp içeriye girdi. Anastasia gözlerini kırpmadan uyuyordu. Karanlığa gömülen odanın kalın perdeleri ışığı engelliyordu. Elindeki tepsiyi tuvalet masasının üzerine bıraktı. Yere kadar inen camı kaplayan perdeleri geriye çekti ve güneşi içeriye bıraktı.
"Anastasia uyan hadi."
Carol elini ağzına kapayıp esnemesine engel olmaya başladı. Koca bir gün daha uyuyabilirdi.
"A-NAS-TASİA"
Bağırarak adını sayıklamaya devam etti. Uyanmadığını görünce omzundan dürtükledi.
"Hey uykucu!"
Anastasia nın kulağından içeriye giren sesler boğukça ulaşıyordu algısına. Carol ismini haykırıyordu. Sesi bağırırken tam bir işkenceydi.
"Tamam tamam kalkıyorum ama önce kulaklarımı bana bağışla."
"Birde hakaret ha?"
"Sadece sağır olmak istemiyorum."
Anastasia gözlerini araladı. Gerçekten göz kapakları şuan dünyanın en ağır nesnesi gibiydi. Zonklayan başı ona günü yatakta geçirmesini söylüyordu.
"Immm... Carol başım çatlıyor"
"İkimizide kahve hazırladım. İçince geçeceğini umuyorum."
Carol tepsiyi kavrayıp yatağın üzerine oturdu. Bacaklarını uzattıktan sonra tepsiyi dizlerine bıraktı.
"Hadi iç ve anlat bakalım Leonardo'nun kucağında ne yapıyordun?"
Anastasia Leonardo nun ismini duyar duymaz yataktan fırladı.
"Hey yavaş ol kahveleri dökeceksin. Ne kadar zor taşıdığım hakkında en ufak bir fikrin bile yok."
"Sen az önce ne dedin? Leonardo'nun kucağında mı?"
Ellerini gözlerine götürdü. Hatırlamaya çalıştı. Bara gitmişlerdi. Leonardo nun soğuk davranışları ve sadece arkadaşız saçmalıkları... Tek hatırladığı buydu... Gerisi yoktu. Eve nasıl geldiğini bile hatırlamıyordu.
"Gerçekten hatırlamıyor musun?"
"Hayır... ben hatırlayamıyorum."
"Büyük kayıp."
Carol zevkle gülüyordu dün geceyi hatırladıkça.
"Lütfen anlat bana. Her şeyi."
"Dün gece Jack le dans etmeye gittim. Ardından Helena ve Hector geldi. Sen Nikolas ve Leonardo locadaydınız."
"O kısımları hatırlıyorum. Nikolas a telefon geldi. Evet telefonu çalmıştı. Sonrada gitti. Leonardo'yla yalnız kalmıştık."
"Oldukça yalnız görünüyordunuz zaten."
"Carol beni daha fazla korkutmadan anlat tanrı aşkına."
"Jackle beraber locaya çıktığımızda sen... Leonardo nun kucağındaydın. Başını göğsüne yaslamıştın. Pozisyon bir arkadaştan daha fazlasıydı."
"Buna inanamıyorum..."
Anastasia kabus olmasını diledi. Leonardo nun kucağında oturması imkansızdı. Sarhoş olsa bile yapamazdı yapmamalıydı.
"İçindeki vahşi kız seni buna sürüklemiş olmalı."
"Carol kafamı sokabileceğim bir delik var mı?"
"Devekuşu zekasıyla hareket edecek olursan popon seni ele verecektir."
"Şuan çok-çok utanıyorum."
"Gördüğümde ağzım açık kaldı. Fakat zihinde kalası bir tabloydu."
"Ah! Neden içtim ki o kadar!"
"Oldukça açık değil mi? Leonardo yüzünden sarhoş oldun. Herkesin içinde arkadaş olduğunuzu söyledi."
"Onun için içmedim Carol."
"Peki neden?"
Cevabı netti fakat kendi bile kabullenmezken dilinden nasıl çıkarabilirdi.
"Ortama ayak sağlamak istedim hepsi bu. Tabi sonuçlarını kestiremedim."
"Emin ol güzel sonuçlandı." Carol muzurca gülümsüyordu dün gece bunlarla sınırlı değildi.
"Dün gece Leonardo seni yatağına kadar getirdi."
Anastasia duyar duymaz gözlerini yumdu.
"Lütfen Carol bunu yapma."
"Bilmek isteyebileceğini düşündüm."
"Ah! Tam anlamıyla rezil olmuşum."
"Zaten kjcağında oturuyordun. Tek yapması gereken seni eve taşımaktı."
Anastasia yumduğu gözlerini aralamak istemiyordu. Her şeyi eline yüzüne bulaştırmıştı. Gurur denen şeyi dün gece çöpe atmıştı. Bir daha asla içmemeliydi. Bünyesi buna zayıftı.
"Carol çok utanıyorum..."
"Senden öğrenmem gereken şeyler var. Leonardo yla neden ayrıldınız?"
"Hiç bir zaman bir bütün olamadık ki..."
"Haksızlık ediyorsun. O seni çok seviyordu. Ve sende onu."
"Bazı şeyler değişti."
"Ne gibi şeyler?"
Anastasia anlatıp kendini üzmek istemiyordu ama günlerce içini boşaltmak için Carol'u beklemişti.
"Zena ile nişanlandı.."
"Hayır nişanlanmadı. Üstelik bunu senin için yaptı. Kırılacağını düşünenedi. Anastasia o... günlerce uyumadı. Her yerde seni aradı. Kaybolduğunda deliye döndü. Tüm malikanenin ilişkinizden haberi vardı. Bayan Rose un da uykuları bölünmüştü bunlarla beraber. Annesini arkasına almaktan çekinmedi."
"Carol ben bilemiyorum..."
"Anastasia bilemeyeceğin bir şey yok. Hala ne kadar çok sevdiğini görebiliyorum."
Anastasia elleriyle alnına masaj yaptı. Dağınık saçlarını küçük bir tokayla tutturdu.
"Ben onları... Zena ve Leonardo yu öpüşürken gördüm."
Anastasia nın cılız cümleleriyle beraber Carol gözlerini açtı şaşkınlıkla. Elini çenesinin altına yerleştirdi.
"Iı... ıı... Sanmıyorum."
Düşündükçe "cık cık" lıyordu.
"Mantıklı gelmiyor. Yanlış görmüş olabilir misin?"
Anastasia yanlış görmüş olmayı dilerdi. Ama bu ana şahit olmuştu. Gözlerini kucağına devirip başını salladı.
"Bir dakika... Belki de Zena zorla öpmüştür onu?"
Carol büyük bir ipucu yakalamışçasına heyecanlıydı.
"Anastasia Zena mı uzandıLeonardo'ya?"
"Şeyy... sanırım o uzandı."
Zihnineuzanmasıydıı tazelenirken hatırladığı Zena'nın ona uzanmasıydı.
"Tamam işte zorla öpmüş olmalı." Ellerinden birini yumruk yapıp diğerine vurdu.
"Leonardo nun tepkisi ne oldu?"
"Bilmiyorum Carol görür görmez arkamı döndüm."
"Asıl anı kaçırmışsın ama bu her şeyi açıklıyor. Leonardo suçsuz."
"Ben senin gibi düşünmüyorum."
"Yoğun duygularda kayboldun. Zihnin karışık. Ama sana bir şey söyleyeyim mi bunun adı kıskançlık."
"Saçmalama,.."
Carol Anastasia nın köprücük kemiğine işaret parmağıyla baskı uyguladı.
"İçten içe biliyorsun suçsuz olduğunu. Fakat kıskançlık düşüncelerini etki altına almış."
Anastasia derince nefes aldı. Carol haklı mıydı bilemiyordu. Sorgulaması gereken bir vicdanı vardı. Gerçekten nasıl düşünmesi gerektiğini kestiremiyordu. Leonardo Carol un dediği gibi suçsuzsa neden dün garip davranmıştı?Leonardo iki haftadır kapısının önünde dikilirken bir gecede ne değişmişti?
Olanlar kafasını kurcalıyordu. Kabul etmek istemese de Leonardo yu kaybetmekten korkuyordu.
“Kızlar merhaba.”
Lockwood’un odaya uzanan sesi Anastasia’yı ve Carol’u bir anda harekete geçirdi. Kahveyi yudumlamadan hararetli konuşma sayesinde ayılmışlardı. Soğumuş kahveler ani hareketleriyle beraber yatağa döküldü.
“Merhaba Bay Lockwood.”
“Heyecanlanmanıza gerek yok” dedi sıcak gülümsemesini yerleştirdiği yüzüne.
“Aniden seni karşımızda görünce etrafı batırdık.”
“Konuşurken öylesine dalmıştınız ki beni duymadınız.”
Anastasia devrilen kahve fincanlarını tepsiye aldı. Lekelenen kısımları üzerinden attı ve yataktan kalktı. Dün gece giyindiği elbise hala üzerindeydi ve kahve lekesinden nasibini almıştı. Bembeyaz elbisenin üzerinde muhteşemce parlıyordu.
“Haklısın baba. Bizi ansızın yakaladın.”
“Aslında size bir teklifim var. Güneşli güzel ir gün. Biraz dinlendirici bir aktivite yapalım.”
“Kulağa harika geliyor. Nedir bu güzel aktivite?”
“Balık tutmak.”
“Daha önce hiç tutma fırsatım olmamıştı. Carol sen ne dersin?”
“Harika fikir derim.”
“O zaman siz hazırlanın ben sizi aşağıda bekliyorum.”
Lockwood odadan çıktıktan sonra Anastasia gardrobuna yöneldi. Kapakları araladığında yepyeni kıyafetleriyle karşılaştı. Helena eskileri çöpe atmıştı. Yenilerini de yerleştirme zevkine varmıştı.
“Balık tutmak kafanı dağıtacaktır.”
“Öyle olmasını umuyorum.”
&
Anastasia ve Carol çok geçmeden hazırlandılar yeni gardroptan. Üzerine geçirdiği dar paça kot pantolon ve tişörtle balığa gidiyordu. Arabayı babası kullanıyordu. Açık pencereden süzülen rüzgar Anastasia’nın saçlarını savururken o yeni hayatını düşünüyordu. Sanırım alışmaya başlamıştı. Artık babasını benimsiyordu. Varlığı huzuru olmuştu. Tatmadığı duygunun sevincini bir çocuk gibi yaşıyordu. Mahrum kaldığı yanları onun sevgisini ikiye katlıyordu. Babasının sevgi dolu sıcak gülümsemesine hayrandı. Sakin bilgelik fışkıran tavırları ona ayrı bir hava katıyordu. Bazen sebepsizce babasına dalarken buluyordu kendini. Daha önce nerelerdeydin dedirttiriyordu baktığı anlar. En çok onu gazete okurken seyretmeyi seviyordu. Anastasia büyümüştü ancak hala o koca gazeteleri elinde tutmayı beceremiyordu. Babasının sayfaları ustaca kavrayan elleri hoşuna gidiyordu. Burnunun üzerine indirdiği yakın gözlükleriyle okuma çabası görülmeye değerdi. Hiçbir zaman yanından ayırmadığı çay fincanından aldığı ilk yudumu höpürdetmesini kulakları zevkle beklerdi. Bir anda tüm hayatı olmuştu. İyi ki vardı… iyi ki ona daha fazla geç olmadan kavuşabilmişti. Artık geçirdiği her anın kıymetini biliyordu.
“Uzun süredir balığa çıkmamıştım. Şimdiyse iki güzel hanımla beraber gidiyorum.”
Dikiz aynasından arka koltuğa attığı bakışları gülüyordu.
“Bizde yakışıklı bir beyefendi ile gittiğimiz için şanslıyız o zaman.”
Lockwood tebessümünü kahkahaya devretti. Yakışıklılık ibaresi artık vücudunu terk etmişti. Yaşlanıyordu. Ama hala bu iltifatları duyunca çocukça seviniyordu.
“Neredeyse geldik.”
Lockwood direksiyonu sağa kırdı ve tabelanın işaret ettiği yola saptı. Arabanın yol aldığı patika engebeliydi. Sarsıntılar başlamıştı. Neyse ki araba engebeli arazi için uygun yapıya sahipti.
Bir müddet yol aldıktan sonra durdular. Göl kenarına gelmişlerdi. İşte doğayı selamlayacakları yerdeydiler. Carol kapıyı açtı ve aşağıya indi.
“Vay canına burası mükemmel! Anastasia şu güzelliğe bak!”
Gölün etrafına dizilmiş söğüt ağaçlarından sarkan dallar muhteşem görünüyordu. Etrafta belli belirsiz öten farklı kuşların birbirine karışan sesleri kulakları mest ediyordu. Carol gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı ve temiz havayı soludu ciğerlerine. Sonra da koşarak gölün yanına gitti.
“Baba teşekkür ederim.”
Anastasia sessizce babasının yanına geldi. Ona her şey için minnettardı. Sadece varlığı bile mutluluk kaynağıydı. Lokwood kolunu Anastasia’nın omuzlarına attı ve kendine çekti.
“Asıl ben sana teşekkür ederim. Var olduğun için.”
Birbirini aratmayacak iki sıcak gülümsemeden sonra arabanın bagajındaki malzemeleri çıkarttılar. Getirdikleri kamp sandalyelerini ve katlanabilir masayı kurdular. Yanlarında getirdikleri streçlenmiş sandviçleri ve buzlarla sarılı soğuk içecekleri masanın üzerine koydular. Babası gölün yanına çömelerek oltaları ayarlamaya başladı. Anastasia’da yanına oturdu. Bu sırada Carol gölün etrafını turlamakla meşguldü.
“Çok mutlu görünüyor.”
“Bu kadar sevineceğini tahmin edememiştim.”
“Mutluluk farklı aşamalıdır. Her zihnin kendine biçtiği mutluluk farklıdır.”
“Haklısın…”
Eline aldığı ilk oltayı aparatlarından birbirine geçirdi. Daha sonra çantasındaki misinayı eline aldı.
“Takacağın misina ne kadar ince olursa av o kadar iyi olur.”
Anastasia dikkatle babasının hareketlerini izliyordu. “ Ve fazla derine göndermemelisin attığın oltayı. Dibine takılabilir.”
Hazırladığı ilk oltanın ucuna yemi takarak ayağa kalktı ve oltayı önce geriye atıp ileri fırlattı. Daha sonrada kurdukları sandalyelerden birine oturdu. Yanındaki sandalyeyi işaret ederek Anastasia’yı çağırdı.
“Şimdi beklemeliyiz. Oltayı tutarken sabrını ve sevgini sınamalısın. Sonunda kazanan sen olacaksın.”
“Umarım tutabilirim.”
“Elbette tutabilirsin. Çünkü sen benim kızımsın.”
Sahiplenilme duygusunu seviyordu Anastasia. Defalarca işittiği “kızım” kelimesini dinlemeye doyamıyordu bile.
“Çünkü ben senin kızınım.” Diyerek tekrarladı.
Lockwood elindeki oltayı Anastasia’ya uzattı ve ellerinin arasına yerleştirdi. Genç kız kavradığı oltayı önce sıkıca tuttu. Fakat birkaç dakika sonra bunun gereksiz olduğunu anlayıp ellerini gevşetti. Henüz öğrenme aşamasındaydı. Ve kolay gibi de görünmüyordu.
“Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyorum…”
“Baba sen o gün ağlamıştın. Hiç birimiz anlam veremedik.”
“Sen annenin yüzünü taşıyorsun. Onu ben asla unutmadım. O gün eve gittiğimde seni araşmalarını söyledim. Bu benzerliğin sonunun nereye varacağını bilmesem de sen aklımdan çıkmıyordun. Fakat ben sana ulaşamadan Dedria her şeyi itiraf etti.”
“Her şey şimdi anlam kazanıyor.”
“Annenin yüzünü hiç gördün mü?”
“Resmi vardı. Bir kolyenin içinde saklıydı. Ben onu evden kaçtığım gün kaybettim. Sanırım düşürdüm.”
“Annenle benim sayılı da olsa resimlerimiz var Anastasia. Eve gittiğimizde sana gösteririm.”
“Buna çok sevinirim.”
“Annen hep bir kız çocuğu olsun isterdi. Dileği gerçekleşti fakat… senin büyüdüğünü göremedi.”
Lockwood Ver ayı hatırlayınca gözleri doldu. İçinde acı hiç dinmeyecekti. Anastasia babasının gözlerinde biriken yaşları eliyle sildi. V elini yanağına yerleştirdi.
“Baba emin ol bende onu görmek isterdim.”
“İyi ki varsın Anastasia…” dedi sessizce. Yanağına uzatılan eli parmaklarının arasına aldı. “Sen benim hayatımsın artık.”
&
I miss those blue eyes
(Şu mavi gözleri özledim)
How you kissed me at night
(Nasılda beni gece öpmüştün)
I miss the way we sleep
(Uyuyuşumuzu özledim)
Like there's no sunrise
(Hiç gün ışığı yokmuş gibi)
Like the taste of your smile
(Senin gülümsemeni tadar gibi)
I miss the way we breathe
(Nefes alışımızı özledim)
But I never told you
(Ama asla söylemedim)
What I should have said
(Söylemem gereken şeyleri )
No I never told you
(Hayır asla söylemedim)
I just held it in
(Sadece tutundum)
And now I miss everything
(Ve şimdi herşeyi özlüyorum)
About you
(Senin hakkındaki )
I can't believe I still want you
(Hala seni istediğime inanamıyorum)
Dün gece kendini uykuya teslim edememişti. Komodinin üzerindeki kulaklığı telefonu alarak önüne gelen radyolardan birini dinlemeye koyulmuştu. Kulağını okşayan fakat düşüncelerine tesir etmeyen şarkılar altında sabaha karşı uykuya dalmıştı. Müzikle başlayan gece, gündüzü de müzikle getirmişti.
Çalan parça içini yasa boğuyordu. Mavi gözlerini özledim ve söylemem gereken şeyleri asla söylemedim… sanki Anastasia için yazılmıştı.
Leonardo’nun okyanus mavisi gözlerinde kaybolmayı özlemişti. Onu sarsan bakışlarında kendine kaybetmeyi. Onun dokunuşunu, nefesini… kısacası ona dair her şeyi. Ve söylemesi gereken şeyleri ona söyleyememişti. Onu sevdiğini açıkça ifade edememişti. Pişmanlık beslediği düşünceler kulaklarından şarkı ile beraber acı veriyordu. Sanırım hata ediyordu…
Gözlerini içine işleyen bu şarkıyla araladı sabaha. Odanın perdesi kapalıydı. Loş odanın verdiği uyku halini üstünden atması zor olacaktı. Yatağından doğruldu. Ve bir anda irkildi.
Karşısında duran koltukta Leonardo oturuyordu. Ve özlemini çektiği mavi gözleriyle onu süzüyordu.
Sersem bakışlar arasında kıpırdamadan birkaç dakika onu izledi. Kurduğu hayalin içinden çıkmak istemiyordu. Kaçak bakışlar altında onu seyretmekten yorulmuştu. Kulaklıklarından beynine süzülen müzikle Leonardo’nun hayaline anlam katıyordu. Hayalinde yaşayan Leonardo ise ona bakan kıza gülümsüyordu. Her zaman ki serseri ve çekici gülümsemesiyle. Sadece gözlerine değil gülümsemesine de aşıktı. Ona ait olan her şeye aşık olduğu gibi.
Hayallere sıkışan Leonardo bir müddet sonra ayağa kalktı ve Anastasia ya doğru ilerlemeye başladı. Genç kızın kalbi gerçekmişçesine ritmini ikiye katlamıştı. Ellerini Anastasia’nın yanaklarına uzattı ve kulaklıklarını çıkardı.
“Daha ne kadar beni seyretmeyi düşüyorsun?”
Bu ses hayal olamayacak kadar canlıydı kulaklarında. Hayır bu hayal değildi. Karşısında şapşalca seyrettiği Leonardo gerçekti.
![](https://img.wattpad.com/cover/12333683-288-k427121.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anastasia (Tr)
RomanceDün gece yarım bıraktığı işi tamamladı. Yavaşça dudaklarını ona yaklaştırmasını beklemeden genç kızın ensesinden tutarak kendine çekti ve tek harekette onu kendine hapsetti. Yumuşak dudakları kendi dudaklarında kaybolurken Anastasia da Leonardo da k...