Sevmek güzel şey aslında, yani bilmiyorum. Hele bide içine kaybetmek girince var ya, tadından yenmez. Hiç yoktan bir şeyler öğreniyorsun. Sokak lambasının saat yedi on üçte kapandığını balkonda içtiğin sonu gelmeyen sigaralardan anlıyorsun. Yalnızlığı öğreniyorsun mesela. Gecenin sonuna bakarken dalıp gittiğinde bi sigaranın kendi kendini bitirişinin altı dakika olduğunu öğreniyorsun. Rakının diş ağrısına, biranın baş ağrısına iyi geldiğini anlıyorsun sonra. Uykusuzluktan geberdiğinde bir insanın ortalama sekiz saat uyuması gerektiğini öğreniyorsun. Vazelinsiz kazık yemeği öğrenmen de sevmeye dahil zaten. Ne bilim mizahın gelişiyor en azından. Evde yalnız başına otururken yanık kokusu aldığında mutfağa gidip ocağa bakmak yerine ciğerine dokunuyorsun örneğin. Veya eczaneye gidip “ya affedersiniz benim ruhumu siktiler de acaba sizde var mı bi ilacı” diye sormak istiyorsunuz. Hepsini geçtim ülke için bir şeyler yapmış oluyorsun. Ekonomi ilerliyor sayende, ülke kalkınıyor hatta. Cebindeki son kuruşa kadar çıkmıyorsun tekel bayiden. Öyle geveze olmuyorsun birini sevdikten sonra, az ve öz konuşmayı öğretmiş oluyor çünkü hayat sana. Nasıl gidiyor diye soranlara gitmiyor diyorsun en fazla. Olur olmadık yerlerde hüzünleniyorsun. Matematik dersindeyken bi anda ayağı kalkıp “hocam az önce piç gibi diğer tarafa attığınız x gibi hissediyorum kendimi” diye haykırmak istiyorsun sınıfın ortasında. Coğrafyan gelişiyor mesela. Sınavda sorulan en büyük yanardağı sorusunun “etna yanardağı” olduğunu bildiğin halde hüzünlenip kağıda F şıkkı ekleyip “ciğerim” yazıyorsun. Yeni küfürler öğreniyorsun hiç yoktan. Kalbinin sızısı bir türlü geçmeyince içten gelen bir sesle “ben böyle işin zürriyetini sikim” diyorsun. Sonra kafayı yiyorsun işte. Bulduğun ilk karakola giriyorsun, “amirim siz kelepçeyi yanlış yere taktınız galiba, benim kalbim sıkışıyor” diye hayvan gibi ağlıyorsun. Dedim ya sevmek güzel şey aslında, yani bilmiyorum. Yalan söylemeyi pek beceremiyorum galiba…