Gecenin bi yarısı uyandım, gerçi günde kaç dakika uyuyabildiğimi bilmiyorum. Balkonun soğuk demirlerini tutarak geniş salona doğru yürüdüm. Arkamda beni selamlayan koca bir ay ve tozlu rüzgarlara inat devam ettim yürümeye. Üzerine basmamak için dikkat ettim kapı ağzında pinekleyen babama. Koridorun duvarlarına yaslanıp bi süre hiçbir şey yapmadan durdum. Yatak odasında uyuyan annem "yapma oğlum" der gibiydi çünkü. İnsan bir kere dinlemeyince annesini, sonrasındakiler teferruat oluyor sadece. Daha fazla baş edemedim beynimin içindeki intiharla. Kaburgalarımın arasına saklanmış o bitmek bilmeyen burukluğu, o tatsız hissiyatı aceleyle bitirmem gerektiğini ve her şeyin son bulacağını çok iyi ezberlemiştim. Sonunda mutfaktaydım. Buzdolabını açtığımda yüzümün betona düşmesi biraz içimi karartsa da olsun diyordum kendi kendime. İntihar etmek için evde yeteri kadar ilacın olmaması daha fazla öfkelendirmişti beni. Balkona geldim. Eğer kendimi ikinci kattan aşağı bırakırsam ve gözümü açtığımda karşıma tanrı yerine boynunda steteskop taşıyan sikko bir doktor çıkarsa, beni hayatta tuttuğu için benden özür dilemesi gerektiğini düşündüm o anda. Yapamadım. Binanın girişindeki siyah kedi muhtemelen küfürler savurmuştur bana, dağılacak olan kafa tası kemiklerimle karnını doyuramayacağı için. Bi sigara yaktım. Ardından bi sigara ve bir tane daha. Oturup düşündüm. Rahat rahat ölemiyorum diye her ne kadar sinirli olsam da yatıştırıyordu beni parmak aramdaki izmaritler. Sabaha kadar sadece sigara içip, tavanı izleyerek oturdum. Babamın işe gidişini, orospu Neriman'ın müşterilerini, sokak çocuklarının birbirlerine küfürlerini ve kendi kendimi nasıl yiyip bitirdiğimi izledim. Sonra annem geldi. Titreyen ellerimi tutup, ağzımdaki son sigaramı attı aşağı. Biraz başımı okşadı biraz ağladı. Sonra ben de ağladım. Sarıldık. Hepsi bu...