Şimdi ne farkımız kaldı ters döndüğü için çaresizce çırpınan ayağı kırık bir kaplumbağadan. ne farkımız kaldı köşe başında ölümü bekleyen şarapçıdan. daha yirmisindeyken, henüz götündeki jop izleri bile geçmemişken, dövülere dövülere arabaya koyulan eli kelepçeli işçi adamdan ne farkımız kaldı sevgilim ne ne ? daha çıktığı ilk maçta aşil tendonları koptuğu için altı ay sahalara veda etmek zorunda kalan doksan beş numaralı futbolcudan, intiharın kıyısına gelmişken bir banyo küvetinde bileklerine uzun uzun bakan kadından, doğduğu gibi ayaklar altında ezilen karıncadan, yazıldığı gibi kimse okumadan yakılan bir şiirden, henüz yarısındayken çamura bulanmış bir şekilde usul usul sönmeyi bekleyen bir sigaradan, dünyadaki bütün yükleri sırtlayan ama annesinin tabutunu omuzlarında taşırken köpek gibi ağlayan adamdan ne farkımız kaldı? yıkıntılarının ardından bir kaldırım kenarına oturup aceleyle sigarasını yakan adamdan, sokağın ortasında linç edilen bir travestiden, son sayfası yırtık bir kitaptan, alın yazısına bile mürekkep yetmeyen küçük ayşelerden ne farkımız kaldı sevgilim? bir gece yalnız başınayken tanrıya olan sinirini yatıştırmaya çalışan on sekizinde körpe kızdan, ölümün kokusunu yavaş yavaş almaya başlayan bir kanser hastasından ne farkımız kaldı bizim ? söyle kurban olduğum, söyle nur yüzlüm söyle gök yüzlüm. bozguna uğramış hayalden, yanlış zamanda hep yanlış yerde olmaktan, yaşadığına dair tek kanıtı nefes almak olan bir adamdan ne farkımız kaldı ? sen nasılsın inan bilmiyorum. ama şunu bil ki sevgilim ; deprem olmadı, yine de yıkıldım...