⚘yirmi bir

40.8K 1.4K 210
                                    

Veronica Wood: Fena maçtı!

Harikaydın...

Matthew Curtis: Kızımız büyümüş de dalga geçmeye başlamış.

Veronica Wood: Altı kere topu attıysan sadece ikisi basket oldu, sence de komik değil mi? Koç Brown senin yüzünden kırmızıya döndü.

Matthew Curtis: Antrenman maçında hata yapılır.

Ama bunu düzelteceğim çünkü bir dahaki maçta asla etek giymeyeceksin.

Veronica Wood: Ne alaka?

Matthew Curtis: Dikkatimin ırzına geçtin diyorum, güzelim.

Sana bakmak için çıldırırken Brant'in de orada olduğunu bilmek ve yapamamak aklımı karıştırdı.

Ne yapsam, birkaç günlüğüne kaçırsam mı seni?

İstediğimde yanına gelememek can sıkıcı.

Veronica Wood: Brant geldiğinden beri dün dışında her gece bizdeydin zaten.

Matthew Curtis: Ama yalnızca izlemekle yetinmek zorunda kaldım.

Koskoca üç gündür sadece bir dakika yalnız kaldık. O süreçte de anca koltuktan kalkıp yanına gelebildim.

Veronica Wood: Saatlerdir evde tekim mesela, gelebilirdin.

Matthew Curtis: Hala gelebilirim.

Değil mi?

Veronica Wood: Yürüyebiliyorsun sonuçta.

Değil mi?

Matthew Curtis: Arabam var.

(Görüldü)

-

Saat akşama doğru 8'e geldiğinde kapı çaldı. Diziyi durdurarak ayağa kalktım. Matthew'un geldiği belliydi. Kapıyı ilk önce araladım, gözleri yerde gezen Matthew başını kaldırdı. Tamamen açtığımda arkamdan içeri bakındı.

Brant'in olmadığına kanaat getirmiş olmalı ki bana doğru adımını attığı anda belimden tutup çevirdi, kendine çekti. Dudakları dudaklarıma konuk oldu. Sırtımı kapıya yaslayıp üstüme yürüdü, ben de geri adımlarken kapının kapanmasını sağladı.

Dudakları hızlıydı ama dalgındı, geçen günlerin acısını rahat rahat çıkarıyordu. Elleri ise belimin iki yanında sabit, sıkı bir şekilde duruyordu. Daha ileri gitmeyeceğinin habercisiydi.

Yavaşça geri çekilerek yanağını alnımın kenarına yasladı, elleri arkaya doğru kayarak bedenini benimkine yaklaştırdı. "Siktir, sonunda ya..."

Tişörtünden tutarak kollarımı serbest bıraktım, tişörtünü aşağı çekerek bollaştımalarına izin verdim ve Matthew'un öylece durmasını seyrettim. Gözleri kapalıydı, derin soluyordu.

Elimi kaldırarak yanağına dokunacağım sırada geri çekilip gözlerini açtı, yapacağım hareketten habersiz olduğu için direkt arkasını dönüp ilerleyebildi. Yanaklarımı içten ısırarak ellerimi birbirine kenetledim. Ona dokunmayı seviyordum, bundan mahrum kalmak canımı sıkıyordu fakat sesli bir şekilde itiraf etmek istemedim.

Koltuğa oturduğunda arkasında dikildim. İlk önce ne izlediğime baktı, ardından da başını arkaya yatırarak gözlerini bana çevirdi. Omzumdan dökülerek kalçama doğru akan bir saç tutamımı tuttu ve kendisine doğru eğilmem için çekti.

"Söz verecek misin?"

Kaşlarımı çattım ama sorusunu anlamadığımdan değildi. Sesinin etkili çıktığındandı.

Avuç içlerimi koltuğun, aynı zamanda Matthew'un omzunun iki yanına yasladım. "Maçlarda etek giymem, söz."

"Şort da."

"E, hiç gelmeyeyim o zaman?" Kaşlarını kaldırdı, böyle bir ihtimali düşünmemi bile saçma bulmuş gibi. Ellerimi iki yanda kaydırdım, daha çok açarak Matthew'un yüzüne iyice yaklaştım. "Ama hep giydiğim bir şey, neden seni şu anda etkiliyor?"

Sağ eli yüzüme değdi, yanaklarımdan dudaklarıma inerek yavaşça dokundu. "Tadını özledim. Varya... Neyse."

Sorarmış gibi baktım.

Parmakları burkuldu, elini yumruk haline getirdi. "Brant nerede?"

"Sanırım birazdan gelir." diyerek geri çekildim, doğrularak ofaladım. Maalesef ki doğruyu söylüyordum. Her an gelebilirdi.

Sıkıntıyla inledi.

Ellerimi omzuna koydum. Onu rahatlatmak amacıyla omzunu ovmaya başladım.

Elimin artında buruşan uzun kollu tişörtünün yakası biraz açıldığında gözüme bir nokta çarptı. Orada bir morluk vardı fakat bir yere çarpmış gibi değildi, sanki biri yapmıştı.

Sertçe yutkundum, ellerim dondu.

"Dün akşam yazmadın. Neredeydin?"

Soruyu bekliyormuş gibi derin bir nefes verdi. Ellerimin arasından kayarak öne eğildi. Tek elini alnına bastırdı. "Hatırlamıyorum."

İçimdeki her şey birbirine çarpıyordu. Bir anda kalbim yanmaya başlamıştı.

Kırgınlıklar kelimelerimde yer edindi, göğsüm burkuldu. "Göstermemi ister misin?"

Bana döneceği sırada onu durdurdum. Telefonumu koltuğa eğilip aldım ve ön kamerasını açtım. Başını ekrana döndürmesini, kendine bakmasını sağladım. Yakasını çektiğimde gözleri morluğa kaydı.

Bakışları dehşetle açıldı ama orada oyalanmadı, anında bana döndü. Ben ise ani bir hareketle geri çekilmiş, yukarıya koşmuştum.

Adımı bağırdığını, ardımdan geldiğini duydum. Odamın kapısını kapadım, kilitledim.

Kapıyı yumruklamaya başladı. "Veronica, aç kapıyı!"

"İki hafta sürdü. Sözünü bozmadan yalnızca bu kadar dayanabildin!" Bağırışım acı doluydu, gizleyemedim. Ama içimin acısı sesime yansısaydı kelimelerim paramparça çıkardı. "Konuşmanı bile istemiyorum, git buradan!"

"Bak... Ben... Thomas'laydım, tamam mı? Birinin peşine takılıp gitti. Ben de beklerken bir şeyler içeyim diye başladım, duramadım. Sonrasını hatırlamıyorum. Uyuduğum aklımda kalmış ama-" Sustu. Elini kapıya doğru hızla vurdu. Öfkeli bir nefes aldığını duydum. "Söylediklerim seni daha çok sinirlendiriyor, değil mi?"

Yanıtlamadım.

"Veronica."

İsmimi defalarca kez tekrarladı.

"Keşke bana inansan."

"Hatırlamadığına mı?" Titreyen sesimi kontrol altına almak için sustum, tırnaklarımı avuç içlerime bastırdım. "İnansam bile biriyle yattığın gerçeğini değiştirmiyor."

"Biriyle yatmadım."

"Nasıl emin olabiliyorsun?" dedim, öfkeyle. Sesim yavaş yavaş yükseliyordu, bağırıp çağırmaya başlayacaktım.

"Sarhoş halim bile sana böyle bir şey yapmaz."

Ona güvenemedim.

Denedim, bu sırada dakikalar geçti.

Konuşmayacağımı anladığında kapıdan elini çektiğini duydum, uzaklaşan adım seslerinden her biri kalbime vurdu. Gitti.

o gece, hep senHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin