⚘otuz üç

32.8K 1.4K 113
                                        

🎞prismo*smile

En mutlu olduğum anda daha önce hiç ağlamadığım kadar ağlayacağını söyleseler gülerdim. Düşünün, o zaman bile gülerdim. Ama gelin görün ki kendimi bir türlü durduramadan ağlıyordum.

Sanırım sesim Brant'e bile gitmiş olmalıydı ki beni kendimden ayırmaya çalışan Thomas'ın ekinine Brant ile Matthew da eklenmişti.

Tanrım, bu utan vericiydi. Ve hepsi kahrolası kaderin suçuydu. Madem mutlu olacaktım, neden kalbimi kesecek üzüntüye şahit olmuştum? Neyi kanıtlardı bu? Mutluluğu hak etmiş olmayı falan mı? Eğer öyleyse saçmalığın ta kendisiydi.

Kafamı kaldırdım. Duygulu, yaşlı gözlerimle onlara baktım. Tedirgin bir şekilde beni izliyorlardı ve yemin ederim, gördüğüm en güzel şeydi bu. Birbirlerine kızmadan benim için endişelenmeleri.

Bana yardım etmelerine izin vermeden yavaşça kalktım ve onlara doğru atıldım. Sol kolumu Brant'in ensesine, sağı ise Matthew'unkine sardım ve onlara sımsıkı sarıldım.

"Korkuttun beni Veronica." diye mırıldanan Brant, bir yandan da bana sarılmıştı. Matthew da tek kolunu bana sarmaya yeltenmişti ki Brant eline vurdu. Bu da ıslak yanaklarımda bir gülümseme oluşturdu.

Thomas büyük bir sorun atlatmış ve rahatlamış gibi ses çıkardı. Ben geri çekilirken Brant'in cebinden anahtarı çıkardı. "O zaman siz öpüşüp koklaşırken ilk deneme sürüşüne çıkayım."

Matthew ellerini cebine soktu, tek omzunu silkti. "Teknik olarak onun ilki benim."

Brant'in başı anında ona doğru döndü. Bu onda farklı çağrışımlar yapmış olmalıydı.

Thomas gülerek "Bence fazla manidar konuşma şu sıralar." dedi, işaret ve orta parmağını birleştirip alnına götürerek selam verdi. "Kaçtım."

Thomas'ın ardından birkaç saniye sessizlik oldu. Bunu bozan ise Brant idi: "Kurallar. Bazı kurallar olacak. En azından ben varken."

Kapının pervazına doğru ilerledi.

"Burası. Sınır. Seni kardeşimin odasında görmek istemiyorum. Özellikle de baş başa olduğunuz bir şekildeyken..." Derin bir nefes aldı. "Tanrım, bu kesinlikle zor olacak."

Matthew, onu ikiletmeden odamdan çıktı. Brant ile birlikte aşağı yürürken arkalarından onları takip etmeye başladım, bir yandan da gözlerimi siliyordum.

"Burada kalacağın zaman ya benim odada ya da Veronica'ya en uzak olan odada yatacaksın. Koridorun diğer ucundaki yani. Salon yok." Merdivenin son basamağında durdu, gözlerini kısarak ona baktı. "Uykumun ağırlığın da faydalanmak yok."

"Anladım."

Dudaklarımı kemirerek dinlerken salona yürüdük, Brant kendini koltuğa attı. Başını kaldırarak karşısına oturan Matthew'a ve ayakta duran bana baktı. "Siz şimdi gerçekten sevgilisiniz..."

"Aslında en son kız kardeşin senin yüzünden benden ayrılmıştı." dedi Matthew, bana dönerek. Brant'in kaşları yukarı kalktı. "Ama ben ondan ayrılmamıştım."

Brant bir şey söyledi. Duymadım. Çünkü bakışlarım Matthew'a kitlenmişti.

Onu düşündüğünü sanarak kendimi kandırıyor, yalnızca bencillik mi yapıyordum yoksa? Çünkü son zamanlarda ne istediğini hiç önemsememiş, bükülemez kararlar vermiştim. Ama bu süreçte o, hep benimleydi.

Nabzım, boynumda tekledi. Ona bakmak kalbimi yarış parkuruna sokuyordu. Tüm vücudumu arzulu bir titreme alıyor, özlemle flörtleşerek beni ahlaksız düşüncelere boğuyordu. Eminim ki biraz daha Matthew'da kalırsa gözlerim, Brant'in buradaki varlığını unutarak ona koşacaktım.

"Veronica?" Brant'in uzun süredir bana seslendiğini fark ettim. Yanaklarımın içini hatamı fark ederek ısırdım ve kardeşime baktım. "Manzara eminin ki güzeldir ama Matt ile özel konuşmak istiyorum."

Matthew'un bıyık altından güldüğünü işittim. Ona gözlerimi devirerek odama çıktım.

Yarım saat boyunca birinin konuşmanın bittiğini söylemesini bekledim. O sırada evin kapısının çaldığını duydum. Birkaç dakika daha bekleyip dışarı çıkacaktım ki en sonunda kapım açıldı.

Ellerimi çenemin altında, dua eder gibi birleştirerek gözlerimi kapattım. "Umarım onu zorlamamışsındır Brant."

"Aslında oldukça iyi idare ediyor."

Matthew'un sesini duymamla gözlerim açıldı. Ellerim dondu, nabzım boğazıma doldu. Ne yapacağımı bilemedim. Ama o biliyordu.

"Daha şimdiden Brant'in kurallarını yıkmak istemiyorum." İçeri adım atmadı. "O yüzden buraya gelirsen kanunları çiğnememiş olurum."

Ona gittim.

Bana sarıldı. Uzun süredir hayalini kurduğum şeyi gerçekleştirdi. Ve kendime kızmamı sağladı. Böylesine güzel bir histen neden uzak durduğumu sorgulattı. Hafif sakallı yanağının, omzumun üzerine saçlarımın çekiştirmesi ve kollarının tüm vücudumu orada yaşatmak istermiş gibi hapsetmesini daha önceden hissetmeliydim. Çünkü bu bağımlılığı fark etseydim, daha o zamandan beri onu her şeye tercih ederdim.

Başını dikleştirdi; dudaklarının kulağıma gerilemesini, yüzünün yüzüme değmesini sağladı. "Şampuanını değiştirmişsin."

Geri çekilerek sevimli bir kıkırtı olabilecek şekilde güldüm. "Beğenmedin mi?"

"Hım..." diye mırıldandı. "Daha iyi algılamak için... Daha yakın olmalıyım."

Beni kendine doğru çekti.

"Ama sanırım bu hoş koku şuralardan geliyor." Sağ avucu yanağıma değdi. Baş parmağı çenemde gezerken alt dudağımın küçük bir kısmını dişlerimin arasına aldım. O an parmağı dudağıma çıktı. "Kontrol etsem iyi olacak."

"Belki de..."

Eğildi ve dudaklarını benimkilere değdirdi. Gözlerimi kapadım, bu sefer sertçe bastırdı ve öpüşmeye başladık. Belimi yavaşça sarmakta olan kollarına tutundum. Parmaklarım tişörtünün altına girmek için sızlıyordu.

Dennis'in aşağıdan gelen sesini duydum ama Matthew geri çekilmek istemedi. Bir kez daha seslendiğinde homurdanarak benden ayrıldı, geriye adımladı. "Geliyorum."

Büyümüş göz bebekleri, okyanusun açıklarında hayali bir kara delik oluşturmuştu gibiydi. Bakışlarını vücudumun verdiği tepkilerde gezdirdi, yutkundu. "Biraz daha böyle davetkar durursan aşağı inemeyeceğim."

"Peki." dedim, harfleri sona doğru uzatarak. Ona el salladım. "Dennis'in yardım edeceği diğer vakte kadar hoşça kal."

Gülümsedi. "Nasıl anladın?"

Etkisinden çıkmak için boğazımı ovaladım, öksürdüm. "Pek zor değildi. Brant'in yukarı çıkamana izin vermesi için ya ölüm döşeğinde olmam lazımdı ya da aşırı üç kağıtçı birinin onu kandırması gerekiyordu. Bu da Dennis oluyor."

Tam bir şey daha söyleyecekti ki Dennis'in sesi yine duyuldu. Anlaşılan, Matthew'un saati 12'ye gelmek üzereydi ve zamanında aşağıda olmazsa Brant canavara falan dönüşecekti.

"İn hadi." Dudaklarımı yalayarak tek kaşımı kaldırdım. Sesim kıpır kıpırdı. "Bir sonraki birkaç dakikayı heyecanla bekliyor olacağım."

Gözlerine arsız bir bakış oturdu. "Bir sonrakinin saat olması için uğraşacağım."

o gece, hep senHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin