"O sadece bira. Birilerinin kafası değil."
"Hadi ya." diye homurdandım. Elimdeki şişeyi masanın sivri kenarıyla, bir hırsla açmaya çalıştığım için Dennis benimle dalga geçiyordu. "Bunu içeri götürebilir misin?"
"Ama Brant senden istedi."
Dennis'in ne yapmaya çalıştığını biliyordum.
Matthew, Boyle kardeşlerle birlikte dışarı çıkmıştı fakat ayağını burkmasının üzerinden henüz üç gün geçtiği için Brant, onun acilen geri dönmesini istemişti. Ben de tam mutfakta yakalanmıştım, odama çıkmak için salondan geçmem gerekiyordu lakin bir saat boyunca kendimi mutfağa kapatmayı seçmiştim.
Sonucunda ise Dennis yanıma gelmişti, hem de sorularıyla. Matthew'a bir şey soramayacağını biliyordu, beyaz ışığın altına beni seçmişti.
"Gıcık." diye sataştığımda suçsuz olduğunu belli edercesine ellerini kaldırdı.
"Git götür, seni bekliyorum. Ayrıca biraz da karnım acıktı, rosto mu kokuyor?"
"Al kendine istediğin kadar."
Sesimin hafifçe titrek çıktığını fark ettiğinde beni daha fazla sinir etmek için alaycı bir ciddilikle sordu: "Hazır mısın asker?"
"Gerçekten gıcıksın ya."
Huzursuzluğumu ve korkumu gizlemeye çalışarak içeri ulaştım. Thomas, tek başına VR'da oyun oynuyordu. Matthew ile Brant de sohbet ediyorlardı.
"70 model istiyorsak, rengi de abes olmalı. Neon mor nasıl olur sence?"
Matthew gülse de "Berbat." diye cevapladı. "Koskoca Dodge Challanger'a o rengi nasıl yakıştırıyorsun?"
"Sen ne bilirsin?" Brant burun kıvırdı. "Sizinkiler son model satıyorlar."
"Babam, eskileri kendine alıyor. Koleksiyonunu görsen kafayı yerdin. Ama bence hurdadan başka bir şey değiller." Matthew duraksadı. "Ondan bir şey isteyecek olsam seni klasikleriyle tanıştırmak isterdim ama şimdiki durumu biliyorsun, bunun için boğazıma bıçak dayaman lazım."
"Biliyorum, Matty. Düşünmen yeter, dostum."
Matthew'un gözleri bir anlığına bana döndüğünde Brant de omzunun üzerinden baktı. Teşekkür ederek biraları aldı, o sırada Thomas "Yoruldum ya." diyerek araya daldı. "Şuna biriniz devam etsenize, sonunu görmek istiyorum."
"Sonu mu?" Brant hızlıca Thomas'ın yanına gitti. "Oyunun yarısındaydım lan, ki oraya gelmem günler sürdü. Bir saatte nasıl yaptın?"
"Kardeşim, bir ben değilsin sonuçta. Sorgulama."
Morallerinin iyi olduğunu anlamamla rahatladım, geri gideceğim sırada Matthew'un bakışlarının yavaş yavaş bana döndüğünü gördüm. Oysa günlerdir varlığımı inkar ediyordu. Kalbim sıkıştığında gözleri seyirdi ve televizyona döndü.
İki yandaki ellerim yumruk haline geldi ve kaçarcasına mutfağa ulaştım.
Dennis'in karşısına oturdum. Suratımın halini gördüğünde kaşığı yarı yolda kaldı. "Ölümden dönmüş gibisin."
Oflayarak kafamı geriye attım.
"Eskiden birkaç kelime ederdiniz." Dennis, gitmeden önce ona uzattığım birayı alarak dikti. "Son günlerde hiç konuşmuyor, hatta birbirinizin yüzünüze bakmıyorsunuz. Brant aptal değil. Bir şeyler döndüğünü fark etmesi an meselesi."
"Ne yapacağımı bilmiyorum."
"Dürüst olayım, ayrılmanı takdir ettim." Başını iki yana salladı. "Ama zamanını değil. Brant'e söyleyemeyeceksen, en baştan hiç başlamamalıydın. Hem kendini hem de Matthew'u zora soktun."
"Ben... Başlarken birkaç haftayı aşacağını düşünmemiştim."
"Matthew gibilerin birkaç haftayı aşacağını ben de düşünmezdim ama demek ki henüz Thomas'ın piçlik seviyesine ulaşamamış." İstemese de pes ediyormuş gibi baktı. "Bak, Thomas geçen söylediğinde haklı. Matthew, bu durumunu gerekenden fazla umursuyor. Bunu onunla konuşmalısın. Sonra da Brant'le. Tabii, takılma kelimesi yerine başka bir ad bulmalısın. Kalp krizi geçirmesini istemeyiz."
Dennis, yemeğini bitirene bunun hakkında konuştuk. Sonrasında ise, ben odama o da içeri gitmek üzere mutfaktan çıktık.
Oyunun sesi açılmıştı ve Thomas'ın yerini Brant değil de Matthew almıştı. Brant ise görünürde yoktu.
Dennis, kardeşinin yanına oturdu. "Brant nerede?"
Thomas, kucağına yerleştirdiği cips kasesinden bir el dolusu aldı. Ben de o sırada merdivenlerin en üst basamağındaydım. "Biraları mutfağa götürmeye gidiyordu. Oradan da duşa girecekti."
Odama gireceğim sırada Brant'in odasından bir şeylerin yere düştüğüne dair ses geldi. Ses çok yüksek olmadığı için yalnızca yakından duyulabilirdi. Sorun olup olmadığını kontrol etmek amacıyla kapısını tıklattığımda cevap gelmedi, içeri girdim.
Masaüstü lambası yere düşmüş, hatta atılmış, kırılmıştı. Banyosunun kapısı açıktı, içeriden musluğun sesi geliyordu.
"Brant?" Sırtı görüş alanıma girdi. Öne eğilmiş, durmadan yüzünü yıkıyordu. "İyi misin?"
Her bir kası gerildi, bana döndü. Öfkeli gözleri beni olduğum yere sabitledi. Tam karşımda durdu, gözleri hayal kırıklığına uğrar gibi oldu. O ifadesi, her şeyi anlatıyordu. Brant, Dennis ile konuştuklarımızı duymuştu.
Saf öfkesi geri geldi ve odasından hışımla çıktı.
Peşinden gitmek istedim.
Yemin ederim, hareket edemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
o gece, hep sen
Teen Fiction(1) Matthew Curtis, tek gecelik ilişkileri severdi ama Veronica Wood'un ona hissettirdikleri birkaç saate sığamayacak kadar sıra dışıydı.
