"Sen söyle önce, okul nasıl gidiyor? Araştırman nasıl, ilerleme var mı?" deyip sohbeti değiştirdi.
"Evet. Az kaldı zaten oradayken başlamıştım."
"İnsanın sevdiği işi yapması ne güzel değil mi?"
"Siz, e ..sen de öyle sevdiğin işi yapmıyor musun ?"
"Evet, bende bir az karışık, yapıyorum, ama dolaylı yoldan. Bu gün de aldılar elimden doğrudan yaptığım işi" son cümlesini içinden dediğini sanmıştı oysa. Kendisi de fark etmeden yüksekten söylemişti. Asya bu gün bir şey olduğunu anladı ve
"istersen benimle konuşa bilirsin," diyerek şefkatle ona baktı.
Ali Asya'nın gözündeki samimiyetten etkilenerek, bu gün olanları konuştu, kuşkularını anlattı. Asya'ysa olaya olumlu yönden bakmasını, belki istemedikleri halde değiştirmek zorunda kaldıklarını söyledi.
"Aslında doğru diyorsun, ben hiç zaman onları yarı yolda bırakmadım, onlar bana bunu niye yapsınlar diyorum, diyorum da, ama... onları bu zamana kadar böyle kinli, kızgın görmemiştim. Daha önce de olmuştu böyle durumlar ama yoluna koymuştuk. Konuşa bileceğimi söyledim, söyledim de oralı bile olmadılar"
"Bazen gerçekler göründüğü gibi olmayabilir. Belki başka bir sebepten dolayı kızgındı, sizinle ilgisi yoktu kızgınlığının."
"Ola bilir, olabilir de, o buna başkasına bağırma hakkını vermez"
"Dediğim gibi, her şey göründüğü gibi olmayabilir. Bazen biz olayları istediğimiz gibi görüyoruz, ya da olaylar bize farklı yansır."
"Evet öyle, her kes olayları kendi bakış açısına göre değerlendirir. Şimdi, bu değerlendirme de o anki ruh halimizle ilişkili olabilir, diyeceksin. Ama bilmeni isterim ki ben, oraya iyi ruh haliyle gitmiştim. Böyle düşünmeme kendileri sebep oldu."
"Özür dilerim, haddim değil, ama sana bakınca onlara hak vermek isteyen ve buna çaba gösteren birini görüyorum. Bence sen, hayatını insanlara göre kurgulamayan, onların isteklerine göre yaşamayan insansın. Onları anlamaya çalışıyorsun, ama onların seni anlamadığını, tüm bunları bilerekten yaptıklarını düşünmeden de edemiyorsun. Bu da senin kafanı karıştırmış."
Ali Asya'ya bakıyor, ağzından çıkan lafların içerisinden moralini düzeltecek kelimeler seçiyor gibiydi. Asya devam etti.
"Neredeyse yaptığın işin seni mutlu etmediğini düşünüyorum. Oysa mesleğini çok seviyorsun. Peki neden mutlu değilsin?"
"Bazı konularda haklısın, sana katılıyorum, mutluyum aslında. Mutluluk dünyavi olandan bağımsızsa, ben işimi para, ya da ünlü olmak için, kendimi birilerine beğendirmek için yapmıyorum. Ben işimi sevdiğim için, onu yaparken mutlu olduğum için yapıyorum. Ve bu gün de sevdiğim işimin maddiyata yenildiğini gördüğüm için üzüldüm. Biliyor musun, intihar ettim sandım. Bana tıyatro'ya ihanet ettiklerini söylerken yerin dibine geçtim. Bir az haklılık payları vardı, ama beni buna şartların zorladığını da anlamaları lazımdı."
"Ali, sonuçta yaptığın şey aynı, detaylara takılma. Kendine mola verdiğini düşün. Sen istesen, oyunu önceden uygun gördükleri zamanda sahneye koyulmasını sağlaya bilirdin, ama yapmadın, adil davrandın. Adil olmayıp hırsının peşine düşseydin, işte o zaman suçlaman gerekirdi kendini. Eflatun 'adil olmayan kendi iştahını azdırdığından, kendine yetmez ve mutlu olamaz' diyor." Onu pür dikkat dinleyen Ali
"hiç olaya bu açıdan bakmamıştım" dedi ve "Şimdi ki söz düşünürlerden açıldı yanılmıyorsam, Mehmet Murat İldan'a ait bir laftır.
'Hep gülmek imkansızdır, hep ağlamak da öyle. Bir gün mutluyuzdur, bir başka gün de mutsuz. Saniyeler içinde bile değişmeler olur' bu gün de böyle olsun." Böyle ne kadar sohbet ettiklerini anlamadan hayli oturdular. Ali zamanını güzel geçirmesine neden olan sakin görünümüne karşın, içinde fırtınalar kopan kıza minnettarlıkla baktı ve
"teşekkür ederim" dedi.
"Asıl ben teşekkür ederim, güzel sohbet için." Asya karşısındaki bu adama gurur karışık sevgiyle baktı. 'Seninle gurur duyuyorum' der gibi. Bu bakış Ali'ye tanıdıktı, annesinin bakışları gibi sıcak ve içtendi. Kalbini bir sıcaklık kapladı. Bir anlık her şeyi unuttu. Hesabı ödeyip kalktılar. Asya'yı evine bıraktı. Acayip, tuhaf, karmaşık duygularla kendi evinin yolunu tuttu.
Saat 11'i geçiyordu. Hala iki üç saat vardı yolculuğuna, sonra yine yollara düşecekti. Balkon kapısını açık bırakıp, doğru karşısına oturdu. Sonbaharın kokusunu içine çekti. Ellerini kafasının arkasında birleştirip gözlerini yumdu. Biraz öyle kaldıktan sonra, üşüdüğünü fark etti. Ayağa kalkıp odaya gitti. Gitarını aldı. Sandalyesini pencerenin önune çekip oturdu, çalmaya başladı. O gür ama huzurlu sesiyle söylüyordu yine duygularını tellerden çıkan seslerle pekiştirerek.
Zaman bir deniz ,
Hayatım bir dalga ,
Ben kıyısında denizin sakin sessiz.
Deniz sonsuz , dalga huzursuz.
Ben kıyısında denizin
Şaşkın, yolunu şaşırmış.
Ne deniz dalganındır,
Ne dalga denizin ,
Ne de kıyısında ben .
Deniz kapkara, deniz masmavi ,
deniz şeffaf.
Dalga sakin, dalga çılgın .
Ben kıyısında mahzur!
Ben kıyısında mahzur!
Asya Ali'yi ilk gün çözmüştü. Onun ne kadar duyarlı, iyi kalpli biri olduğunu anlamıştı. Ona karşı hissettiği garip güven duygusu Ali'yi yıllardı tanırmış gibi bir hisse kapılmasına neden olmuştu. Aslında "tanıyordu" onu. Gurbetteki yıllarının tek "arkadaşı" oydu. Sadece ismini bildiği, bir kez yol yoldaşı olduğu biriyle hayalinde arkadaş olmuştu.
Okumak için gitmekten ziyade, annesinin isteğini yerine getirmek için çıkmıştı yola. O zaman da karşılaştığı birisinin ona ettiği laflar hayatını değişmeye yetmişti. Aslında annesi için değil, kendisi için okuması gerektiğini anlamıştı. Onu büyüten kadının arzuları onun kendi arzularına dönüşmüştü. Evlatlık olma haberinin şokunu atlatmaya fırsat bulamamış, karmakarışık duygular içerisinde, annesinin isteğini yerine getirmişti. Tanımadığı memlekette ne yapacağını bilmezken farkında olmadan Ali'yle "arkadaş"olmuştu.
"Kendimi her şeye kapattım, duvarlarımı ördüm. İnsanlarla selam verme dışında hiç bir münasebette bulunmadım. Kendi kendimle konuştum. İnsanlar olmazsa kendine yüklediğin yükün altında ezilirmişsin. Yalnızlığın pençesine öyle yapışırsın ki ondan kopman mümkün olmaz. Orası çıkmaz sokak, sadece geri dönersen kurtula bilirsin, o seni değil, sen onu bırakmalısın... Bundan kurtulmam lazımdı. Önce bir hayali arkadaş buldum kendime. Aslında hayal de demek olmazdı, kısacık da olsa tanışıklığımız, bir kaç saatlık görmüşlüğümüz vardı birbirimizi. Bana yardım etmişti, korku aleminden kurtarmıştı beni. İlk o zaman anlamıştım kuşkularımdan sıyrılmak için birine ihtiyacım olduğunu. Yabancı bir ülkede onun hayalinin bana yardım ettiğini düşünerek geçti aylarım. Hala arkadaşız, ama ben hala yalnızım. Bildiğim, değişmeyecek tek şeyin insanlar olmadan yaşayamayacağımın gerçeği idi. Ve insansızlığım yalnız bana zarar veriyordu" annesi onun saçını okşayarak dikkatle dinliyordu.
"Öyleyse, neden arayıp bulmadın oradayken?" diye sordu.
"Bütün sanal alemi karıştırdım, onunla tanışmak istedim, sohbet etmek istedim ama bulamadım. O her yerde gibi görünüyordu, ama hiçbir yerde değildi. Aylar sonra karşıma çıktı. Ummadığım bir yerde, ummadığım bir mekanda ve de ummadığım bir zamanda. Artık umudum gerçeğimdi. Galiba yalnızlık peşimi bıraktı anne." Asya konuşuyordu annesinin dizine yatarak. Daha önce hiç bu kadar konuşmamıştı. Emine Hanım sessizliğini bozarak , "kalbinin yarısını bulmuş gibi konuşuyorsun" dedi sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yarısını kurtaran adam veya Aktör(TAMAMLANDI)
AdventureYarısını kurtaran adam. Okuduğunuzda pişman olmayacağınız Wattpad'de rastlamadığınız farklı bir hikaye.Kitap çocukken kardeşinin ölümüyle psikolojik sarsıntı ve travma geçiren bir aktörün hayatını elealıyor. Zamanla bu sarsıntıyı atlattığını s...