Bölüm 28

263 30 149
                                    



Bu kez yolu komşu kardeş ülkeyeydi. Hakkında her şey bildiğini sandığı Azerbaycan'a. Tanımadığı insanların onu bu denli sıcaklıkla karşılayacağını tahmin ediyordu. Daha önce gelenlerden duymuştu. "Mahcup edecek kadar ilgileniyorlar" demişlerdi. Abarttıklarını sanmıştı. Onu yıllardı yolunu bekledikleri kardeşleri, yakınları gibi karşıladılar. Çekecekleri filmin bir iş adamı tarafından finanse edildiği söyleniliyordu. Bir nedeni vardı "İkinci Dünya Savaşı'nda kayıp olan dedesinin vasiyeti üzerine oğlunun onları bulması ve tanışmak için baba toprağına gelişini anlatan hikayeyi ölümsüzleştirmek istiyordu" Farklı hikayelerde yer almak onu heyecanlandırıyordu. Bu yüzden fazla uzatmadan kabul etmişti. 

Havaalanından çıktığından beri hayatında ilk kez gördüğü bu şehri dikkatle izliyordu. Akşam uçağıyla geldiğinden karanlık olan gecede cadde boyu dizilen ışıkların cazibesinde karışık görünen ama ulaşımı kolaylaştıran köprülerden geçtikçe Avrupai havaya bürüdükleri bu güzel şehrin fazla geçmeden tarihi yüzünü de gördü. Tarihi taş evler eski petrol şehrinin nasıl zengin ve davetkar olduğunu anımsatıyordu. Onu karşılayanların hal hatır sorduktan sonra Ali'yi otele yerleştirip az sonraki akşam yemeğine davet etmelerinden sonra misafir olduğu şehirde aslında yabancı olmadığını anlamıştı. Akşam yemeğinde yirmiye yakın ınsan buluşmuştu. Onu burda her  kes tanıyordu ya da ona öyle geliyordu. Zengin Azerbaycan mutfağının en güzel yemeklerinin buluştuğu bu sofrada bir de samimiyet, gülüş ve hasret de misafirdi. Kardeşleri uzun süren seferden dönmüş gibi ağırlanıyordu Ali. Dilini yadırgamadığı insanların onunla konuşurken kendi şivelerinde değil, onun şivesinde konuşmya çalışmaları hoşuna gidiyordu. Onu yedirip içirdikten sonra yarın Rayon'a (İl'e) gideceklerini ve yola erken çıkacaklarını söylediler. Her şey hazırdı. Rayon'da onları bekliyorlardı. Ali karşısındaki erkeklerin öve öve ona da teklif ettikleri Rus Arağı'nı içdikten sonrasını hatırlamıyordu. Arabadayken "yahu, akşam otele nasıl döndüğümü hatırlamıyorum. Ne yaptık ya biz öyle, o kadar içilir mi?"

"Korkmayın alışırsınız."

Ali gülümseyerek :

"Alışığım da "Vodka'ya değil. Hem ben film çekmeye geldiğimizi sanmıştım" dedi. Sabir Bey "Bizde böyle, yiyip içmeden olmaz " diye cevap vermişti. 

Yol boyu geçtikleri yerlerin adlarını okumayı severdi ve burda da aynı şeyi yapıyordu. Anlamını yadırgamadığı köy, şehir isimlerini okudukça kendini memleketine seyahet eder gibi hissetdi. Zamanın nasıl geçdiğini bilmeden, sohbeti de kendilerine yoldaş ederek yolu yarı ettiler. Sabir Bey  yüzünü Ali'ye dönüp "gelin tokkamızın altını berkidek, sonra davam ederik"  dediğinde  hafiften bıyıklarının altından gülümsedi. Her şaka yaptıkları sırada farkında olmadan "Türkün meseli "ni neden dediklerini anlamıştı. Dilin özelliğinden olsa gerekti  bu lafları. Rus yazarının Türk dili hakkında dedıklerini hatırladı. "Türk dili dilçi alimler yaratmış gibi mükemmel ve dakiktir." Zengin ve istediğin şekilde yoruma hazır kelimeleri vardır. Söylediğin lafı nazikçe, hakarete mahal vermeden karşındakine her şekilde söyleye bilirsin. Zıttını anlamasınlar diye onların da bazen "Türk'ün meseli" diye söylemeleri de yanlış anlaşılmasını önlemek amacıylaydı. 'Bazen de ben öyle demek istememiştim, sen yanlış anlamışsın diye işin içinden rahatça sıyrılabiliyorsun. İşte zengin ve güzel dilim'  dedi içinden ve bu güzel dili konuşanlardan biri olduğu için gururlandı. Bu arada Sabir Bey şöforu  yol üstünde bulunan bir restorantın yanında durdurdu. Arabadan inip öğle yemeği yedikten sonra yani "tokkanın(kemerin) altını berkittikten" sonra–içki teklifi bu kez geri tepmişti -yola koyuldular. Köy'e vardıklarında gün bütün ihtşamıyla kendini göstere göstere batıyordu. Güzelliğimden bir süreliğine sizi mahrum bırakıyorum der gibi. Mayıs ayının serin havası güneşle vedalaşıp yerini yavaş yavaş ayın aydınlığına teslim ediyordu.

Yarısını kurtaran adam veya Aktör(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin